Kanun mu, insan mı daha üstün?
Platon’un 'Devlet' adlı kitabında anlatılan 'yüzük' hikayesi ilginçtir. Hikâyeye göre Lidya kralının çobanlarından biri olan "Gyges” hayvanları otlatırken yer yarılır ve derin bir çukur açılır. Meraklı çoban bu çukurun içine indiğinde bir yüzük bulur. Yüzüğü parmağına takan çoban her ay sonunda krala hesap verme zamanında, otururken yüzüğün taşıyla oynar. Yüzüğün taşını çevirdiğinde herkesin içinde görünmez olur. Bu duruma kendisi de şaşıran çoban, yüzüğün taşını geri çevirdiğinde ise görünür olur. Böylece yüzüğün sırrını keşfeden çoban bir plan yapar, gizlice saraya girer. Kraliçeyi baştan çıkarıp, onun yardımı ile kralı öldürür ve yerine geçer. Hikâye bu ya görünmez yüzüğün sahibi olma üzerinden, aslında insanın doğası anlatılmaktadır. Öyle ki ‘her istediğini korkmadan alabilmek, dilediğini yapabilmek, şüphesiz büyük bir güce erişmektir. Üstelik de bu güç kendisini göstermediği için sürekli dürüst olarak bilinecektir.’
Böyle bir yüzüğe sahip olsak acaba biz ne yapardık? Bu soruyu hemen herkes kendisine sormadan ben mükemmelim diyemez. İnsanın yakalanıp ceza görme tehlikesi yoksa, her türlü sıkıntıdan uzak, yakalanma, ayıplanma, dışlanma korkusu olmadan her şeyi yapabilecek bir güce sahip olsa, hiç kimseye hesap verme endişesi taşımasa, ahlaklı kalabilir veya ahlaklı olabilir mi?
Bu konuda Chris Horner ve Emrys Westacott’un en temel iddiası felsefi düşünmenin, sanılanın aksine, herkes tarafından gerçekleştirilebilecek bir uğraş olduğudur. Bu iki profesör günlük hayatta karşımıza çıkabilecek durumlarda düşünmenin daha da önemlisi düşündüğünü yapmanın yapabilmenin etiği üzerinde düşünmenin ne anlama geldiğini sorgulamaktadır. Bu sorgulamanın sonucunda da "Kimse mecbur olmasa ‘ahlâklı’ davranmaz!” gibi bir sonuçla tartışmayı bitirmişlerdir.
O halde ahlâk oynamak zorunda olduğumuz çok gelişmiş, ince bir oyun, toplum içinde yaşamak için ödediğimiz bir fiyattır. Ahlak insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar bütünü, güçlü olanın istediğini yapmaktan engellemenin yoludur. Gerçekten güçlü olanlar, beyinleri yıkanıp, suçluluk duygusu duymadıkça, istedikleri her şeyi elde ederler mi?
Aslında insanların endişelenmeye değer tek bir kural vardır “O da yakalanmamak!” tır. Öyleyse ahlaklı olmakla/olmamanın farkı nedir? Ahlak, hayata bir düzen/ölçü getirir ve bu ölçü, gücün kullanımını belirler. Ölçü, 'adalet' yolunda 'hak' olarak kendini gösterir ve 'kanunla' somutlaşır. Hak ve adalet, haddi aşıp ötesine el atmamak ve başkasına zarar vermemek üzere bir sınır çizer. Platon, aynı kitapta, 'şeytanın avukatlığını' yaptırarak bir yerde de şöyle der: “Haksızlıktan şikâyet edenler, haksızlığa uğrayanlardır". Eğer güçleri yetseydi, haksızlık etmek fırsatı bulan herkes, haksızlık ederdi”. İşte bu nedenle kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir şey sayıp, ardına düşmek, insanın doğasında olan bir şeydir. Bu nedenle toplumu haksızlıklardan alıkoyan, eşitlik duygusuna ve saygısına götüren şey, kanundur. Devlet kanunla vardır ve her koşulda kanun kayıtsız şartsız gereklidir.
Bu nedenle kanun yapıcılar (meclis) öncelikle toplumu öncelemeli, bireye veya belirli bir gruba uygun kanun ve düzenlemeleri yapmamalıdır. Yapılan kanun ve düzenlemelere uymak/uyum sağlamak da ahlaklı davranmanın bir ölçütü değil midir?
Günümüzün en büyük sorunlarından birisi özgürlükler adı altında kanuna karşı gelmek, kanun bana uymuyor sözüne sığınmak olmaktadır. Diğer taraftan kanun yapıcıların belirli bir kişi, grup ya da kurumları düzenleme adına yasa yapma olmaktadır. Bu, her iki durumda da yanlıştır. Kanun, devletin varlığının temelidir ve mutlak surette toplum adına, onu korumak, düzenlemek amacıyla yapılmalıdır.
Evrensel hukuk denilen düzenlemeler, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çerçevesinde “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu” varsayımı üzerine şekillenmiştir. Bu temel düşünce üzerinden her toplumun anlayışına uygun olarak yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Toplumsal refah, birey, grup, belirli bir etnisiteyi dikkate almadan hukuki düzenlemeler ile yaşanmaktadır. Aksi durumda ise toplumun barış içinde adaletli biçimde yaşaması mümkün olmaz. Yasalar, toplumun ahlak sistemini koruma ve destekleme adına yapılmalıdır. Bu amaçla yasaya uymayanlar toplum adına cezalandırılır, cezaların affedilmesi ya da infaz edilmemesi toplum ahlakını bozan ana unsurdur.