Düşene bir tekme de biz vurmayalım
Etrafımız ateş çemberi, hatta Güneydoğu’muz savaş alanı haline getirildi. Kana doymayanların yine Orta Doğu'da yeni bir paylaşımları söz konusu. Bakalım ne kadar insanın ölümü, ne kadar ailenin evini barkını, işini ve aşını kaybetmesine mal olacak bu sömürgecilerin bitmek tükenmek bilmez dünya hırsı.
Nerede bir savaş varsa komşu ülkeler mülteci akınına uğrar. Halihazırda ülkemizde 3 milyon Suriyeli mülteciden bahsediliyor. Bir kaç yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeliler ile ilgili -bireysel suça karışma olsa da- çok büyük olaylar olmuyordu. İçlerinde cami köşelerinde dilenenler olsa da bir kısmı işyeri açmış, büyük bir kısmı neredeyse yok pahasına, sosyal güvencesi olmadan sanayici ve esnafımızın yanında ekmek parası için çalışmaya başlamış, çocukları okullarımıza misafir öğrenci olarak alınmış, birçoğu Türkçe öğrenmiş durumdalar. Kimimiz ellerinden tuttu yardım etti, kimimiz: “Doldular geldiler buraya, ne zaman gidecekler” dedi durdu.
Şimdilerde mültecilere vatandaşlık verilsin, verilmesin tartışması gündemimizde. Her konuda olduğu gibi istikrar abidesi olan ülkemizin insanı yine ikiye bölündü: Kalsınlar, gitsinler. Hakkını yemeyelim bir de ‘ama’cılar var. Vatandaşlık tartışmalarıyla birlikte başta Beyşehir olmak üzere Suriyeliler'le aramızda ölümlü kavgalar baş göstermeye başladı. İnşallah böyle olayların arkası gelmez. Çünkü bu tür olaylar provokatif olaylara sebebiyet verebilir. Dikkatli olmada fayda var. Her zamankinden daha fazla soğukkanlı olmalıyız.
Mültecilere vatandaşlık verilsin mi, verilmesin mi tartışmasına katılma gibi niyetim yok. Ben kalsın desem de kalmasın desem de insani bir durum dolayısıyla onlara sınırları açan devlet nasıl ki bana sormadı, vatandaşlık vereceğinde de yine bana sormayacak. Madem Suriyeliler içimizde bir realite. Yanıbaşımızda olumsuz etkilerini gördüğümüz bu savaş kısa zamanda da biteceğe benzemiyor. O zaman beğensek de beğenmesek de, istesek de istemesek de mültecilerle yaşamak durumundayız. Ülkemiz zaten yolgeçen hanı. Her birimiz derinlemesine geçmişini araştırsa kökenimiz dışarıyı gösterir… Kimleri barındırdık kimleri. Lanetli kavim olarak bilinen Yahudiler’i bile almışız Osmanlı Döneminde. Naziler’den kaçanlara da kucak açmışız. İlkokulda Türk Milletinin özelliklerini okurken bir tanesi de “Misafirperliğimiz” idi. Nice yıllardır bu ülke her mağdur ve mazluma hep kol kanat germiştir.
“Suriyeliler gitsin” diyenlerin çoğunun bu insanlara yardım ettiğini sanmıyorum. Günümüzde akraba ve kardeşler arasında bile basit meseleler yüzünden kavgalar çıkabilmektedir. Suriyelilerle aramızda çıkan kavgaları büyütüp olaylara hamasi duygularla yaklaşarak toplumsal infiale sebebiyet verebiliriz. İşçi ihtiyacını karşılamak için dün bizi ülkesine davet eden Almanya’da bir zaman geldi ki, Türk işçiler istenmez oldu. Dazlaklar adı verilen ırkçı-şovenistler zaman zaman soydaş ve dindaşlarımızın evlerini ateşe verdiler, ölümlerine sebep oldular. Bizler onların yaptığını yaparsak Dazlaklar’dan ne farkımız kalır. Hani biz Ensardık? Hani biz misafirperver idik? Bir Suriyeli mültecinin telefon profilinde Arapça olarak: "Gurbette, yaşayandan başkasının bilemeyeceği ... açlıklar vardır" yazısını paylaşmıştı bir arkadaş sanal alemde. Evini, barkını, işini-aşını, ailesini ve memleketini kaybeden mültecilerin içimizde yaşadıklarından çok da memnun kaldıklarını söyleyemeyiz.
Ülkesinde mülteci barındıran Pakistan gibi olmaması için devletin tedbirler alması lazım. Suça karışan kim olursa olsun sınır dışı edilsin. Vatandaşlık verecekse kılı kırk yarsın. Dua edelim de; savaş ülkemize sirayet etmesin, Suriye ve Irak’taki savaş sona ersin, mülteciler ülkelerine dönsün. Allah kimseyi vatansız bırakmasın. Başkasına el açan duruma düşürmesin. Veren el olmayı nasip etsin bize. Bunu şu anda en iyi Suriyeli mülteciler bilir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.