Kendini sevmek ve narsizm
Günümüzde herkesin dilinde bir "kendini sev" mottosu dolaşıyor. Kişisel gelişim kitapları, sosyal medya guruları, motivasyon konuşmaları... Hepsi bize aynı şeyi söylüyor: Kendini sev, kendine değer ver, kendinle barış. Ancak bu çağrının sınırı nerede başlıyor, nerede bitiyor? Kendini sevmek ile narsist olmak arasındaki çizgi ne zaman silikleşti?
Kendini sevmek, kişinin öz saygısını geliştirmesi, kendini olduğu gibi kabul etmesi ve içsel huzura ulaşmasıyla ilgilidir. Bu, bireyin hem kendi ihtiyaçlarını gözetmesi hem de başkalarının sınırlarına ve duygularına saygı göstermesi demektir. Sağlıklı bir kendini sevme hali, kişiyi daha anlayışlı, daha sabırlı ve daha bağışlayıcı biri yapar. Çünkü kendi eksiklerini tanıyan insan, başkalarının eksiklerini de hoşgörüyle karşılayabilir.
Oysa narsizm, bambaşka bir yolda ilerler. Narsist birey, kendini sevdiğini söyler ama bu sevgi çoğu zaman şişirilmiş, kırılgan bir özgüvene dayanır. Başkalarının hayranlığıyla beslenmeye muhtaçtır. Eleştiriye tahammülsüzdür, empati kurmakta zorlanır. Çünkü narsizm, içsel bir sevinçten değil, dışarıdan gelen onaydan beslenir.
Kendini sevmek sessizdir. Gösterişe ihtiyaç duymaz. İnsan, kendini sevdiğinde bunu kanıtlamaya çalışmaz. Ama narsizm gürültülüdür. Kendi değerini başkalarına kabul ettirmek için sürekli sahnede olmak ister.
Peki neden bu ikisi sık sık karıştırılıyor? Belki de yıllarca öz saygının bastırıldığı, duyguların değersizleştirildiği toplumlarda, bireyselliğin uyanışıyla birlikte dengeyi kurmak zorlaştı. Kendini biraz daha seven biri, hemen "kendini beğenmiş" etiketiyle damgalanabiliyor. Diğer yandan, sosyal medyanın şişirdiği benlik sunumları, narsizmi "özgüven" gibi pazarlayabiliyor.
Bu karmaşada hatırlamamız gereken şey şu: Gerçek sevgi sessizce büyür. Kendimize duyduğumuz sevgi de öyle. Ne başkalarını ezmek ister, ne de onlardan üstün olma ihtiyacı duyar. Kendini sevmek, başkalarını da sevebilmenin kapısını aralar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.