“Yazabilmek aşktır”
Yazar- Eğitimci Ayşe Ünüvar, “Yazar; doğayı, vatanı, bayrağı, insanı manevi değerleri, kalbi okumalıdır. En önemlisi de kalbi okuyan insan, zaten yazardır. Çünkü kalp Allah’ı saklayan evdir” dedi
Yazar –Eğitimci, Psikolojik Danışman Ayşe Ünüvar ile yazarlığa dair ve yeni kitabı cebimdeki fesleğen ile ilgili keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Seydişehir doğumluyum. Seydişehir’de öğretmenlik yapıyorum. Yazarlığımın aynı sıra aynı zamanda uzman psikolojik danışmanım. Yazarlık yapmak çocukluğumdan bu yana hep hayalimdi. Yazarlığın doğal bir süreç olduğunu düşünüyorum. Çünkü hak katında verilen bir nimet olduğu kanaatindeyim. Elbette yazar kendini geliştirilebilir ancak doğuştan nakşedilmiş bazı güzel özellikler yazarlığa sebep oluyor. Bununda özelikle şükrüne binaen yazmaya başladık ve devam ediyoruz.
Yazarlık öğrenilmez var olan bir şeydir diyebilir miyiz?
Yazarlık geliştirilir, eğitilir. Üzerine bir takım noktalarla işlemeler yapılır. Ancak özü kesinlikle Tanrı’dandır. Herkeste bu yetenek farklı ortaya çıkıyor. Bir Anadolu kadını oya yapıyor, onun adı öyle yazar oluyor öteki kadın yazıyor onun adı da öyle yazar oluyor.
Yazmaya ne zaman başladınız?
Aslında resmi olarak ilk kitabım 2012 yılında çıktı. Ondan önce çeşitli gazeteler, makaleler üzerinde çalışmalar yapıyordum. Onun daha da öncesine gidersek okuma yazmayı öğrendiğimden beri defterler, kitaplar, karalama kâğıtları ve peçeteler yazılarıma mazhar olmuştur.
İlk çıkan kitabınızdan söz eder misiniz?
2012 yılında çıkan ilk kitabım “Yüreğime Cemre Düştü” oldu. Şemsi Tebrizi’nin hayatı üzerine yazmış olduğum tasavvuf içerikli bir romandı.
Kaç kitap yazdınız? Yeni bir kitap daha yazmayı düşünüyor musunuz?
Dört kitabım var. Dördüncüsü geçen hafta baskıya girdi. İnşallah bu hafta elimizde olacak. Kitabımın adı “Cebimdeki Fesleğen” İncir Yayıncılık’tan çıktı. Aynı zamanda ilk öykü kitabım olacak.
Kitaplarınızda hangi konuları işlersiniz?
Sosyal yaralar beni en çok etkileyen konulardır. Ama en çok üzerinde durduğum konular; kadın, aşk, sevgidir. Çünkü insan, aşkla baktığı zaman her şeyi dupduru görebiliyor. Çelişkiler çatışmalar ortadan kalkabiliyor. Dünya güzelleşip çirkinlikler bir anda kaybolabiliyor. Rüya olarak algılıyorum aşkı ve o rüyayla dünyaya bakmak olarak görüyorum. İkili ilişkilerden öte insanın evrendeki her şeye aşkla bakması gerektiğini düşünüyorum. Doğuma ölüme, yaşama, iyiye kötüye, doğruya yanlışa, hep aşk gözlüğü takarak baksaydık. Dünya bu halde olur muydu? Bence olmazdı, o yüzden iki insan arasındaki aşkta çok büyük bir ötelik vardır.
Aynı zamanda eğitimci ve psikolojik danışmansınız bu alanda bir kitap yazmayı düşündünüz mü?
Bu konuyu öğrencilerimle de çok konuşuruz. Öğrencilerimin hep şunu söylüyor: ‘Bizim sizden aldığımız bir takım verileri niye bütün Türkiye almasın, niye dünya almasın. Kişisel gelişim ya da psikoloji üzerine niye yazmıyorsunuz’ Aslında romanlarımda fark ettirmeden kişisel gelişim ve psikoloji üzerine birtakım doneler kullanıyorum. Ama ayrıca bir kişisel gelişim kitabı yazmayı düşünmedim mi? Beni tanıyanlar davranışlarımla okusun istediğim için bugüne kadar yazmadım. Bu konuda çok fazla bir öneri aldım. Elbette düşünülebilir. Kitap yazmanın nasip olduğunu düşünüyorum. Belki bir gün tüm gençleri kapsayan bu aşk yağmuruna tutacak bir kitap yazmak isterim.
Bir eğitimci olarak da kitap okuma alışkanlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüzde sadece çocukların değil gençlerin, yetişkinlerin, hatta yazarların ve öğretmenlerin bile okumadığını ya da daha az düşünüyorum. Okumak insanı olgunlaştırıyor, ehlileştiriyor. Çatışmalardan uzaklaştırıyor. Problemleri sıfıra indiriyor. Bunları bir fark edebilsek okuma alışkanlığını kazanacağız. Örneğin; canım bir şeye çok sıkıldı, strese girdim. Herhangi bir kitap okuyup içinde kaybolduğum zaman yarım saat sonra, ben yarım saat önceki ben değilim. Her şey değişiyor. O yüzden okumayı tavsiye ediyorum.
Siz öğrencilere bu alışkanlığı kazandırmak için neler yapıyorsunuz?
Öğrencilerime kitap okuma saatleri düzenliyorum. Parklarda beraber kitap okuyoruz. Bisiklete binerek, kitap okuyarak vakit geçirmenin güzelliğinden bahsediyorum. Doğayı gezerek dağa çıkarak, buralarda kitap okuma etkinlikleri düzenliyorum. Beni sevenler illa bana bir hediye alacaksa bunun mutlaka kitap olmasını söylüyorum. Bazen de kendim hediye götüreceksem mutlaka tercihim kitap oluyor. Derse giderken mutlaka yanımda okuduğum bir kitabın olmasına dikkat ediyorum ki gençler örnek alsın. Yetişkinlere gelince; konuşmalar uzadığında, sohbetler bağalaştığında diyorum ki; “Size şu kitaptan bir kuble okusam ne dersiniz?” Diyerek kesmelerim oluyor. Bazen yaşı çok ileri olan insanların bunlardan hoşlandığını fark ettim. ‘Yavrum dini kitaptan da bize bir kuble dediğinden okur musun’ diyorlar. Demek ki bizler, kitap okuma veya okutma alışkanlığını kazanabiliriz. Vazgeçmeyeceğim.
Bu durumdan kitle iletişim araçlarının etkisi var mı?
Tabii ki çok fazla etkisi var. Magazinsel anlamda yazılmış kitapların gençler üzerinde etkisinin olumsuz olabileceği düşüncesindeyim. Gençler, ahlaki değerlerimizi önemseyerek bunların üzerinde durmalıdır. Kelimelerin güzel kullanıldığı dağarcıkların büyüdüğü, yürüdüğü, fidan olup yola düştüğü birtakım daha seçkin okuyabilecekleri eserleri okumayı tercih etmelidir. Tabii biz ne kadar seçkin okuyabiliyoruz ki çocuklara ya da gençlere bunu tavsiye edebiliriz. Daha çok gündemde olan magazinsel değil, medyanın tanıttığı kitaplar yerine fark edilmemiş gün yüzüne çıkmayan yazarlar ve kitaplar okumayı özellikle tavsiye ediyorum.
Kitap seçerken neye dikkat etmek gerekiyor?
Genelde en çok satanlara tercih ediliyor. Aslında hepimizde bu kaygı var. Bir yazar olarak kendimi de eleştiriyorum. Biraz önce stantları gezmeye çalıştım. Bir şey fark ettim. Sürekli ismi anılan ve bilinen kitaplar, oysa biz birbirimizi fark edemiyoruz. Bazen bir yazar okuyoruz, ilk kitabından sonra bir daha yazmamış. Diyorum ki; bu bir kaynak ve mucizedir. Bu insan, neden bir daha yazmadı. İşte gündemde tutulmadığı için okunmama kaygısı ancak bir yazarda okunmama kaygısı olmamalıdır. Yazar sadece yazmalıdır. Kendime bunu söylüyorum. İster okunsun, ister okunmasın. Tek kaygım okuyan kişiye dokunmasıdır. Yazarlar ve okurlar olarak reklamı yapılan kitaplardan öte derinlere bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Yazar olmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?
Çok okumalılar ama bu illa kitap okumak anlamında olmayıp doğayı, vatanı, bayrağı, insanı manevi değerleri, kalbi okumaktır. Dolayısıyla kalbi okuyan insan zaten yazardır. Çünkü kalp Allah’ı saklayan evdir.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Yazabilmek aşktır. Yazanlara selam olsun. Bunu bize bahşeden Rabbime’de şükürler olsun. / Melek Sarıtaş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.