Türkiye’nin darbelerle imtihanı
Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Caner Arabacı, Türkiye tarihinde yaşanan darbelerin çıkışı noktalarını ve 15 Temmuz darbesiyle ilgili tespitlerini anlattı
Değerli Hocam Prof. Dr. Caner Arabacı ile Türkiye tarihinde yaşanan geçmişten günümüze darbeler ve dünya gündeminde de geniş yer alan 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünü konuştuk.
Türkiye’de farklı dönemlerde darbeler ve girişimleri meydana geldi. Bu darbelerin benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?
Türkiye’nin tarihine baktığımızda 1876- 1909- 1913- 1960- 1971- 1980- 1997 ve 15 Temmuz darbeleri birbirine enteresan bir şekilde benzer.1876 öncesi darbelerin kategorisi ise farklıdır. Çünkü bu dönemdeki darbeler iç sebeplerin ve etkenlerin ürünüdür. Dış etkenler yoktur. Genellikle iç çatışma ve siyasal nüfus mücadeleleri etkilidir. Yeniçeri Ocağı 1826 yılında kaldırılır. 50 yıllık Türkiye’nin başının dingin olduğu bir döneme geçilir. 1826 ile 1876 arasında yeni bir oluşum, fikri doku, siyasi yöneliş devreye girer. Artık 1826 öncesi darbelere benzemez. 1876 sonrası darbeler birbiriyle benzeşir ve paslaşır.
Darbelerde okunan bildirilerden bir benzerlik de söz konusu mu?
Darbe gecesi ne olduğunu anlamaya çalışırken, aynı zamanda o geceyi farklı bir duyguyla yaşadık. Çünkü köprüde benim de bir evladım vardı. Kendisi İstanbul’da okuyor, o yüzden evlat kaygısı da yaşayarak geceyi geçirdim. Onun için geceyi herkes gibi diri tuttuk. TRT’de yayınlanan bildiriyi çok dikkatli dinledim ve gerçekten hayret ettim. Çünkü 27 Mayıs darbesinde yayınlanan ilk bildirin muhtevasıyla 15 Temmuz gecesi okunan bildiri muhtevası birbirinin aynısı diyebiliriz. Hatta şunu söylemekte yanlış olmaz. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde de bildiriler birbirine çok benziyordu ve ilk biat usulü şöyle okunuyordu: ‘Biz NATO’ya BM’ye bağlıyız’ yani etkilenen yerler güdücü merkezlere teminat veren ifadeler yer alıyor. Kendi devletine ve milletine karşı vurucu, acımasız ama dış bağını ortaya koyan ifadeler kullanılıyor. 1876 sonrası darbelerde insan unsuru yerlidir. Okumuşlarımız kullanılır. Ama güdücü yönlendirici etkin kaynağı dışarıdır.
Darbelerin ortak yönlerinden birininde devlet adamlarının hedef alınması diyebilir miyiz?
1876 darbesinde devlet başkanı çok acımasız bir şekilde öldürülür. Hatta bu gözle baktığınızda 1876 darbesinin mağduru olan devredilen katledilen devlet başkanı hakkındaki söylemle 1909 darbesindeki söylem çok acı bir şey 27 Mayıs ve 15 Temmuz’daki söylemle aynıdır. Bu çok acı durum devlet başkanı devrilmesi gereken iblis gibi görülür. Hatta Abdülhamit’e nemrut, firavun şeklinde ifadeler kullanılır. Aynı durum Adnan Menderes döneminde de yaşanır. Ona da diktatör denilir. O kadar ki binlerce gencimizi öldürülmüştür. Bunların bir kısmının eti kıyma çekilmiş asfaltın altına serilmiştir, bir kısmı et balık kurumunda saklanmıştır. 28 Nisan 1960 yürüyüşlerinde binlerce öldürülen gencin davası güdülür. Hatta darbe yapılır. Menderes, Demokrat Partisi ileri gelenleri, bakanlar, valiler hepsi toplanır. O propagandanın etkisiyle bir grup asker et balık kurumunu basar ve hızla dolapları yoklar, içinden insan parçaları çıkar. Tabii görevlilere sorunca hayret içinde ‘ne insan eti’ derler. Hâlbuki 27 Mayıs darbesinde ölen tek üniversite öğrencisi Turan Emeksiz’dir. Hatta askeri bildiride halktan ‘öldürülen evlatlarınızı kimliklerini bize bildirin’ şeklinde bir talepte bulunulmuştur. O kadar çok öldürülmüş demek ki, alt kademeden inanmış yalana, bu darbeyi meşrulaştırmak için yapılan bir söylemdir. Günümüz Türkiye’sine geldiğimizde de aynı işte otoriterleşen bir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mutlaka indirilmesi gereken bir düşman bu söylemleri birleştirdiğinizde kaynaklarıyla birlikte ele aldığınızda ürpertici bir sonuca ulaşıyoruz. Türkiye’de 20’inin üzerinde darbe ve teşebbüsleri meydana gelmiştir. Darbeler tarihinin en kanlısı 15 Temmuz’da gerçekleştirildi ki bunda da mesela darbeyi gerçekleştirmek isteyen irtibatlı olan ülkelerle düşündüğünüzde o söylemi buradan da görüyorsunuz. Amerika İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) ve başkanın açıklaması hala Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otoriterleştiği yolunda, hatta dışişlerinin açıklaması da ‘Türkiye’yi NATO’dan çıkartabiliriz’ şeklinde oluyor. Amerika gibi Türkiye’nin dostu müttefiki güya stratejik ortağı bir devlet, seçilmiş halkın iradesiyle yönetime getirilenlere sahip çıkmak yerine, başarısız darbeye sahip çıkıyor.
Türkiye’yi NATO’dan çıkarabilirler mi?
NATO zaten Türkiye’nin yanında değil, sadece çıkarları noktasında kullanıyor. Darbeyle birlikte bazı konularda aslında netlik kazandı. Rus uçağının paralel yapıya ait olan askerler aracılığıyla Amerika’nın düşürdüğü doğrultusunda, dolayısıyla kime güveneceksiniz. İstanbul ve Ankara’yı vuran uçakların ana kalkış yeri İncirlik’teki üs ana karargâh olduğu için aslında buradan darbenin plancısı olduğunu da söyleyebiliriz. Burada müttefik bir ülkenin Türkiye’nin yönetimine “örtülü savaş” açtığını görüyoruz. Burada ‘yazıklar olsun’ denmesi gereken konu yine bizim evlatlarımızın kullanılmasıdır.
Fettullah Gülen’in iadesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce bu mümkün mü?
Gülen’in eğer son kullanım tarihi bittiyse iade edebilirler. Eğer kullanım tarihi bitmediyse de iade etmeyerek bir bahaneyle teslim etmezler. Çünkü orada Gülen’in pozisyonu araçtır.
Darbeler tarihine baktığımızda ilk defa Meclis bombalandı? Bu durum nasıl yorumlarsınız?
Ülkemizde gezi olaylarında bazı gazeteci ve yazarlar ‘oy her şey değil’ demişti. Darbeciler ve onları kullananlar millet iradesini hedef aldılar. Bu şekilde söyleyenlerin başını önüne eğip tekrardan düşünmesi gerekir. Bu durum millet iradesine kasıttır, gözü dönmüşlüktür.
Gülen cemaatinin, devletin her kademesine sızdığını görüyoruz. Devlet tamamen bu durumdan arınabilecek mi?
Gülen cemaatinin farklı bir görüntü, söylem ve değer istismarıyla devletin iliklerine kadar girmesi aslında Türkiye’deki kültürel travmanın bir sonucudur. Bu kültürel travmanın neticesi aslında darbelerle geliştirilen ortamın bir sonucu millet tepkisinin transferi diyelim ki 28 Şubat post modern darbe dönemini düşünün ne var orada toplum değerleriyle çatışan bir askeri yapı var. Askeriyeyi kullanan İsrail ve Amerika’yla işbirliği yapan bir darbeci güruh görüyorsunuz. Şimdi bunlara tepki duyan milletin de ‘bu insanların alnı secdeye değiyor’ diyerek Gülen cemaatine sempati beslediğini görüyorsunuz. Maalesef Türkiye’de bu konuda muaf tutulabilecek insan sayısı çok azdır. Yani hepimizde bir ortak suç var. Bu konuda hâlbuki Gülen’den hareketle taban ve tavanı hariç tutarak bu hareketin kimler tarafından kurgulandığını örgütlendiğini nasıl stratejiler takip edilerek polis, askeri ve hukuk sistemine yerleştirildiğini Türkiye’nin keşfetmesi lazımdı. Bu konuda çok gecikti ve bunu çok pahalıya ödedi. Türkiye’nin bundan ders alması gerekiyor.
Türkiye’de darbeler döneminde basına ve siyasetçilere baktığınızda sergilenen tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk milleti halkı birbirinde farklı siyasi partileriyle ve basın ve yayın organlarıyla çok güzel bir sınav verdi. Bazı kanalların dış kaynaklarla olan bağlantılarını düşündüğünüzde darbeyi desteklemesi gerekirdi. Basın tarihine baktığımızda geçmişte darbeyi en çok destekleyenler arasında basın bulunurdu. Ancak tam tersi çok güzel bir tavır sergilendi. Türkiye’nin darbeler tarihinde görülmemiş bir güzel tavır sergilendi ki alkışlanması ve övülmesi gerekir. Bazı gazetelerde darbeyi övücü ‘ordumuz yönetime el koydu, ordu bizi kurtardı’ şeklinde başlıklarla alkışlayan gazetelerin son teşebbüste karşı durduğunu görüyoruz. Tabii bu durumda mutlaka halkın darbeye karşı tavır alması da etkili oldu. 1960 darbesinde İsmet İnönü’nün tavrına baktığınızda günümüzdeki siyasilerin tavrı oldukça güzeldi. İsmet İnönü, darbecilerle birlikteydi ve ‘sizi ben bile kurtaramam’ diyordu. Yani meşru iktidarı tehdit ediyordu. Türkiye bu darbeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan meselesi olarak görmedi. Herkes milli iradeye ve vatana sahip çıkma olarak gördü. Bu durumu zaten AK Parti mitingi olarak görmemek lazım. Çünkü köprü üstünde ateş yaylımı içinde kalan insanlar, sadece bir partinin mensubu insanlar değildi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zayıfladığını düşünüyor musunuz?
Hayır, tam tersi TSK bu vesileyle çürük yumurtalarını ayıklamış oldu. Bu şekilde ordunun arınması sağlanarak ordu millileşecek ve asli görevine dönmesi çok daha iyi olacak. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve kuvvet komutanları darbeye katılmayarak çok hoş bir tavır sergiledi. Ancak bu insanlar en yakınları tarafından derdest edildi. Aslında bu durum tam bir ibret levhası diyebiliriz.
İdam cezası gündemde ancak Avrupa Birliği ve ABD’nin bu konuda hemen bir müdahale söz konusu oldu. Alınan tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
AB ve Amerika kendi adamlarını koruma söz konusu olduğu zaman hümanizmi yani insani damarları hemen depreşir. Fakat kendileri söz konusu olduğu zaman çok acımasızca insanları öldürürler. Amerika’da bir polis arabasındaki vatandaşı direksiyondan elini çektiği anda ya da elleri bağlıyken öldürebiliyor. İdama cezasını Türkiye’nin geri getirmeye ihtiyacı yok. Meclis’i bombalayan halkı kurşuna dizen, asker şahıslar Türkiye savaş mı ilan etti, hayır. Peki bu şahısların kullandığı vasıtalar neler Türkiye’nin savaş için aldığı helikopterler, jetler, tanklar şimdi bu asker şahıslar savaş suçu işlemiş midir? Evet. Dolayısıyla askeri kanunda kurşuna dizilmeleri gerekir. Çünkü savaş suçu işlemiştir. Korumak üzere ant içtiği milletine silah doğrultmuştur.
Türkiye’deki insan sermayesinin dış güçler tarafından ele alındığını söyleyebilir miyiz?
Türkiye Tanzimat sürecinden sonra okumuş zümre anlamında insan sermayesini batı emperyalizmine kaptırdı. Türkiye’nin insan sermayesini milleştirme başka ülkelere güçlere ideolojilere değil, yerlileştirme konusunda süratli bir çalışmanın içerisine girmesi lazım. Bu yönden de zaten son dönem iktidarlarının en zayıf ve beceriksiz olduğu alan milli eğitim oldu. Bu alandaki eksiklikler giderilmezse yeni Gülen’ler çıkar. Bu defa Pensilvanya değil de Washington’da, Berlin’de düzenin kurup oradan yönetirler. İnsan sermayesini iyi yetiştiren bir çalışmanın süratle yapılması lazım. Özetle şunu söyleyebilirim, İstiklal Harbi 1923’te bitmedi…(Melek Sarıtaş)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.