“Suçlu çocuk yoktur”
Çocuk Hakları Koruma Derneği Başkanı Öğretmen, Akademisyen Avukat Hakkı Ünalmış, “Hem mağdur olan çocuklar hem de suça sürüklenen çocukların topluma yeniden kazandırılması için rehabilitasyon istasyonları kurularak tedavi edilmeleri gerekir” dedi
Konya’da çocuk haklarını korumak için mücadele veren ve Çocuk Hakları Koruma Derneği’ni kuran öğretmen, akademisyen, avukat ve en önemlisi de gönül insanı olan Hakkı Ünalmış, Konya’da uzun yıllardır, suça sürüklenen ve cinsel istismara uğrayan çocukların ücretsiz olarak savunmasını yapıyor. Avukat Ünalmış ile son zamanlarda yaşanan istismar olaylarının artış nedenlerini ve toplum olarak üzerimize düşen görevleri konuştuk.
Çocuk Hakları Koruma Derneği’ni kurma fikri nasıl ortaya çıktı. İlginiz neden kaynaklıyor?
Almanya’da çocuk hakları ve çocuk yargılamaları üzerine master ve doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra uzun yıllar yurt dışında bir üniversitede asistanlık yaptım. Yani bu konuyla yakından ilgiliydim. Oradan emekli olduktan sonra Konya’ya gelip, avukatlık mesleğimi sürdürmeye karar verdim. Konya Barosu Çocuk Hakları Komisyonu’nunda başkanlık yaptım. Bu konuda özellikle UNİCEF’in düzenlediği (Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Yardım Fonu) seminerlere katıldım. Bütün bu programlarda öğrendiklerimi ilgili avukat arkadaşlarıma aktarmaya çalıştım. Şimdi de Çocuk Hakları Koruma Derneği’nde çalışıyoruz.
Dernek çalışmalarınız nelerdir?
Çevremizde, sosyal medyada veya gazetelerde duyduğumuz gördüğümüz çocuk ihmal ve istismarı vakalarında hukuki yönden mağdurlara yardım etmeye çalışıyoruz. Özellikle derneğimize bildirilen davaları bilhassa ücret talep etmeden takip ediyoruz. Ancak sadece cinsel mağdurlar değil, elbette suça sürüklenen çocukların da müdafiliğini yapıyoruz.
Suça sürüklenen veya mağdur olan çocuklar nasıl topluma kazandırılmalı toplumun bu çocuklara bakış açısı nedir?
Suça sürüklenen çocuk diyoruz, çünkü suçlu çocuk yoktur. Türkiye’de yeni bir terim oldu. Ama Avrupa’da çocuk yaşta olup suç işleyen çocuklar hep suça itilen çocuklar olarak nitelendirilir. Çünkü çocuklar kendileri suçlu değil, ancak suça itilebiliyorlar. Bu çocukların neden suça sürüklendikleri araştırıldıktan sonra onların hukuki çevrede savunmalarını yapıyoruz. Savunmalarda en çok üzerinde durduğumuz nokta, çocukların cezalandırılmaları hapse atılmaları çözüm değildir. Bu çocukların neden suça itildikleri araştırılmalı ve eğitilerek yeniden topluma kazandırabilmenin yolları aranmalı aksi halde çocuğun hapse atılmasının çözüme ulaştırabileceğini düşünmüyoruz. Hem mağdur olan çocuklar hem de suça sürüklenen çocukların toplum yeniden kazandırılması için rehabilitasyon istasyonları kurularak tedavi edilmeleri gerekir. Bu çocukların neden suça sürüklendiği toplum bilimciler tarafından araştırılmadığı gibi çocuk hem ailesi hem toplum hem de kanun tarafından cezalandırılıp dışlanıyor. Tek istenilen şey ceza alması oluyor. Ancak kimse bu cezanın hiç bir şeye yaramayacağını düşünmüyor. Bu çok korkunç bir şey o çocuk yeniden cezalandırıldıktan sonra toplum içine karışıyor. Suç işlemeye devam ediyor. Diğer taraftan yine toplumumuzun bilhassa cinsel istismara uğramış çocukları yadırgaması, ayıplaması ailenin etraftan duyulur korkusuyla katiyetle bu rehabilite yoluna gitmemesinden kaynaklanıyor. Hatta bazılarının cinsel istismara uğradığı halde yargı önüne çıkmamasının nedenlerinden biri de bu aman kimse duymasın gizli kalsın düşüncesi oluyor. Hâlbuki çok yanlış bir şey cinsel istismara uğrayan erkek ya da kız çocuklarının suçu yok ki böyle bir suçlama olmamalı ve mutlaka ve mutlaka bunun gizlenmesinden ziyade açığa çıkarılması o işi yapan istismarcının tecavüzcünün gereken cezayı alması gerekir.
Çocuğun hakları nelerdir? Aileler çocuğun haklarını gözeterek mi onu yetiştiriyor?
Çocuklar, bizim toplumumuzda kişiliğini kazanmada çok zorlanıyorlar. Çünkü ‘çocuk benim hem döverim hem severim’ anlayışı hâkim. Bu anlayış doğru değil. Çocuklarında tıpkı yetişkin bireyler gibi kendilerine has özel hakları vardır. Bu haklar tanınmadığı takdirde o çocukların kişilikleri gelişmez. Örneğin; toplumumuzda kız çocukları üzerinde ailede tüm bireylerin hatta bazen akrabalarında bir hâkimiyet kurma çabası var. Tam da burada kız erkek ayrımı çıkıyor. Kız çocukları hep arka plana atılıyor. Baskıya maruz kalıyor. Bilhassa kız ve erkek ayrımı yapılan toplumlarda demokrasinin ilerlemesinden söz edilemez. Kız veya erkek çocuğu hangi yaşta olursa olsun mutlaka fikri alınmalı, dinlenilmeli ‘sen sus, karışma’ gibi tepkiler verilmemelidir. Örneğin; kendi kıyafetini kendi seçebilmeli. Bütün bunlar çocuğun özgüven ve kendi kişiliğini kazanabilmesi için mutlaka yapılmalıdır. Bu temel bir haktır. Kendi kişiliğini kazanan çocuklar, herhangi bir konuda aldanmazlar, kendi fikirlerini öne sürerler. Başlarına gelen bu tür olumsuzluklar karşısında da susmazlar.
Özellikle son zamanlar çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüz olaylarının arttığını görüyoruz? Bu artışın nedenini neye bağlıyorsunuz?
Evet, son zamanlar çocuklara yönelik şiddet cinsel istismar ya da suça sürüklenen çocukların sayısında artış görüyoruz. Tabii burada öncelikle neden kaynaklandığına bakılmalıdır. Çocuklar neden hırsızlık yapar, neden evden kaçarlar, bunları düşünmek lazım. Çocuk tüm bu olumsuzlukları yapıyor çünkü mutsuz evde kendi derdini anlatabilecek kimse yok. Baktığım tüm hırsızlık davalarında tespit ettiğim sonuç, ihtiyaçtan kaynaklı bu suça yönelmeleri oldu. Sosyal devlet anlayışından söz ediyoruz, eğer böyleyse devlet yetersiz geliri olan ailelerin çocuklarını ele almalıdır. Konya’da çok sayıda çocuğun sokaklarda mendil sattığına ya da çalıştırıldığına şahit oluyoruz. Bu çocukların yeri sokak değil, okul ya da oyun parkıdır. Sosyal devlet anlayışıyla çocuklar çalıştırılmaktan uzak tutulmalıdır.
Çocukların sokaklarda çalıştırılmamasına yönelik yasalar yok mu?
Elbette var. Ülkemizde 2005 yılından itibaren Çocuk Koruma Kanunu var. Bu kanunda çocuğun çalıştırılmasının yasak olduğu belirtiliyor. Arkasından ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) anlaşması var. Burada belli yaştaki çocukların kesinlikle çalıştırılamayacağı yazıyor.
Ancak en ağır işlerde çocuklar çalıştırılıyor. Bu kesinlikle önlenilmeli çalışan bir çocuk demokrasiye, topluma, insan haklarına inanır mı, mümkün değil. Çünkü eziliyor.
Karaman’da Ensar Vakfı’nda yaşanan olayı yakından takip ettiniz. Mağdur olup şikâyetçi olmayan aileler oldu mu?
Ensar Vakfı’ndan 45 çocuğa cinsel tacizde bulunulduğu iddia ediliyor. Ancak bunlardan sadece 10’u şikâyetçi oldu. 9’unun davası Karaman’da birinin de Ereğli de görüldü
Ereğli’ye gidemedim. Çünkü Hadim’de duruşmalarım vardı. Aslında Karaman’da Ensar Vakfı davası olarak istedik çünkü oradaki bir öğretmenin cezalandırılması yetmez. Ensar Vakfı ve var olan vakıflarda da çocukların durumu mutlaka alınmalı ve gerekli tedbirler oluşturulmalıydı. Vakıflarla ilgili bir kontrol ve denetim mekanizması kurulmalısını istedik.
Ancak bunu maalesef yapamadık. Tabii bu yapılmayacağı anlamına da gelmez.11 çocuğa cinsel tacizde bulunan öğretmen 508 yıl 3 ay hapis aldı. Bu karar ne kadar doğru tartışılır. Çünkü zaten bu insan bu kadar süre yaşamayacak. Toplumun da ‘hapiste diğerleri öldürsün’ anlayışı garip çünkü zaten bu adam hapis atılmakla devletin emanetinde olduğu ve korunduğu anlamına gelmektedir.
Bu durumda idam getirilmeli mi?
İdama karşıyım. Çünkü toplumun önce zihin yapısını değiştirmesi gerekiyor. Bilhassa din adamları olarak geçinen insanların ‘6 yaşındaki kızla evlenilebilir’ şeklinde bir anlayışı yok olmadığı takdirde idam hiç bir şeyi değiştirmez. Kız -erkek arasındaki tabular kalkmadığı için değişmez. Kadına dişi değil, kişi gözüyle bakmadığı sürece önlemez. Okullarda bile son zamanlar kızlar, ayrı erkekler ayrı yerden giriyor. Tabular büyüyor birbirlerini cinsiyet olarak görüyorlar, arkadaş olarak değil. Böyle bir zihniyete müsaade edildiği sürece olmaz. İdamı tasvip etmiyorum, çözüm değil. Zihniyeti değiştirmek lazım.
Karaman’da yaşanan olayda neden bazı aileler şikâyetçi olmadı?
Benim oğlum veya kızım böyle bir olaya maruz kalmadı diyebilmek ya da onlarda fayda görüyorlar, yardım ediyorlar. Aksini düşünüp şikâyetçi olursak başlarına gelebilecek olumsuz bir olaydan korkuyorlar.Çünkü bu vakfı ciddi anlamda devlet yetkilileri tarafından desteklendi. Çocukların, çoğunun ailesi köyde yaşayan aileler, kendi ifade edemeyen insanlar onlarda eğer destekleneceklerini bilseler şikâyetçi olurlar. Bu olay ortaya çıktığından o bölgede hemşerilerim ve akrabalarım var. Yüzlercesine telefon ettim mağdur bir çocuk bulun, tüm masrafları bana ait yeter ki hakkını savunayım diyerek ancak kendi akrabalarım bile böyle bir olayın olmadığını söylediler.
Toplum veya birey olarak üzerimize düşen sorumluluklar nelerdir? Ne yapmak gerekir?
Tek bir çözüme bağlayarak cevaplamak çok zor. Ama öncelikle çocuğun bir birey olduğu kişiliği olduğu ona olan davranışlarda mutlaka gösterilmelidir. Çocuk korumalı, gözetilmeli ve mutlaka muhatap alınmalıdır. Yapılan sözleşmelerde ve kanunlarda çocukların doğal hakları sıralanmış her devlette imza atmış. Çocuğun her makamda her halükar korunması gerekir. Bu durum sağlanmadığı takdirde bir düzensiz gidiş varsa herkesin duyurması karşı çıkması gerekir. Tıpkı bir hastalıkla savaşır gibi…
Gördüklerimizi ya da duyduklarımızı nereye şikâyet edebiliriz?
Sivil toplum örgütleri var. Örneğin; çocuklarla ilgili gelen şikâyetleri biz değerlendirmeye çalışıyoruz. Cumhuriyet savcılıkları var. Gerçi Yargıtay başkanın dediği gibi yargıya güven yüzde 30’lara düştü. Ancak Türkiye’de kör topal yürüyen tek makam orası hiç değilse ister adil ister taraflı olsun bir karar çıkıyor. İnsan başka yere güvenemiyor ama oraya güveniyor. (Melek Sarıtaş)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.