“Nerede bir insan varsa orada bir öykü vardır”
Gazeteci- Yazar Zeki Oğuz, “Genç yazar arkadaşlarda taşralık kompleksi var. Hor görülme duyguları var. Bu duruma her zaman karşı çıktım. İyi ürün verdiğiniz sürece her zaman karşılığını bulur. Önemli olan kalemi elden bırakmamaktır” dedi
Konya’ya emek veren önemli kültür adamlarından Zeki Oğuz, dergi ve gazetelerde köşe yazarlığı yapan, öykü gezi araştırma şiir gibi pek çok edebiyat türünde eser veren hatta fotoğrafçılık sanatına dair de başarılı çalışmalara imza atan Konya’nın önemli aydınları arasında yer alıyor. Zeki Oğuz’la eserleri hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Zeki Oğuz kimdir?
1951 yılında Konya Tatköy’de doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Erkek Sanat Okulunun lise 1. sınıfından ayrıldı.1968 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde köşe ve gezi yazıları yayınlandı. 1975 yılında Kooperatif Müdürlüğünde memurluğa başladı. 2001 yılında Tarım İl Müdürlüğünden emekliye ayrıldı. 1989 yılında amatör olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladı.1995 yılında ilk fotoğraf sergisini açtı. Karma sergilere katıldı. 37 kişisel sergi açtı. Son yıllardaki sergisinin temasını ise Yörükler oluşturdu.
Yazmaya ilk ne zaman başladınız?
Küçük yaşlardan beri köyün yaşlı insanlarını dinlemeyi çok severdim. İlkokul 3. sınıftan beri kitap okuma merakına kapıldım. Aynı sınıftan bir arkadaşımla beraber Sille’de bir çocuk kütüphanesi vardı. Haftada iki sefer yürüyerek gelir, okuduğumuz kitapları değiştirir, geri dönerdik. Klasikleri bu şekilde bitirdim. Konya’ya gelince de Gazi Lisesi’nin karşısında eski bir kitapçı vardı, Hasan amca onda ucuz ve kaliteli kitaplar bulunuyordu. Tabii benim meraklı ve istekli olduğumu görünce çok ucuza kitap veriyordu. Kitap okuma alışkanlığım ve merakı bu şekilde devam etti. İlk kitabım 1970 yılında yayınlandı. Yazmaya şiirle başladım, sonra öykü hikâyelerle devam ettim. Şu ana kadar yayınlanmış, 18 kitabım bulunuyor.
Halk bilimci yönünüz ağır basıyor. Eserlerinizde daha çok hangi konuları işlediniz? Konya’nın sizin eserlerinizde ne kadar önemli?
Konya’nın hemen hemen bütün yörelerini adım adım gezdim. Elimde fotoğraf makinesi cebimde kalemim ve ses kayıt cihazımla birlikte Konya’nın örf adet gelenek, göreneklerini eserlerime mümkün olduğu kadar yansıtmaya çalıştım. Özellikle Konya dağ köyleri ve Yörüklerle ilgili folklor çalışmalarına ağırlık verdiğimi söyleyebilirim. Öykülerimde genellikle köy yaşantısını, derdini anlatamayan köy kadınlarını ele almıştım. Şimdi bütüne hitap eden hikâyeleri işliyorum. Eserlerimde Konya ağzını ve deyimlerini fark etmeden çok kullanıyormuşum. Eserlerim mutlaka Konya koksun istiyorum. Konya düşkünlüğüm var.
Yılmaz Güney’e dair anı-roman türünde yazdığınız eser bir hayli ilgi gördü? Eserin bu kadar ilgi görmesinin sebebi neydi?
Evet. Yılmaz Güney ve Miço yani Mustafa Saldı isimli arkadaşını hatıralarını kalem aldığım eser ikinci baskıyı yaptı. Aslında biraz da o dönemde Konya’yı anlattığı için eser bir hayli ilgi gördü. Yılmaz Güney, bir döneme damgasını vurmuş bir sinemacı. Mesleğinin ilk yıllarında yazdığı bir hikâyesinden dolayı komünizm propagandası yaptı diyerek hapse atılıyor. Oysa hikâyeyi birkaç defa okudum ancak propaganda göremedim. Böyle garip bir şekilde ceza almış. Yılmaz Güney, ceza bittikten sonra da 6 aylığına Konya’ya sürgüne gönderiliyor. Niğde ceza evindeki koğuş arkadaşı Miço yani Mustafa Saldı’yı gelip buluyor ve sıkı bir arkadaşlık başlıyor. Hatta bu arkadaşlık Yılmaz Güney ölünceye kadar devam ediyor. Yılmaz Güney, bu dönemde Miço’nun hayatını bir filme çekmeyi düşünüyor. Ancak yumurtalık olayının meydana gelmesiyle birlikte proje kalıyor. Aslında Yılmaz Güney “İkisi de cesur’ filminde kısmen de olsa Miço’nun hayatını da işliyor.
Mustafa Saldı ile nasıl tanıştınız?
Miço 'yla tanışmam Çalı Dergisi nedeniyle oldu. Çalı Dergisi çıkardığı bir sayısında Yılmaz Güney 'in bir zamanlar Konya'da sürgün olarak Dolav Mahallesi’nde altı ay ikamet ettiğini öğrendim. Bu eski haberi araştırırken, rastlantılar ve araştırmaları beni bir kabadayı olan Mustafa Saldı 'ya götürdü. Yılmaz Güney ile olan ilişkilerini merak ettiğim için kendisiyle tanışmayı çok istedim. Çünkü Yılmaz Güney’in siyasi bir kimliği vardı ama Miço’nun bir kimliği yoktu. Hatta bunu kendisine sordum. ‘Yılmaz Güney’in siyaseti beni ilgilendirmiyor. Onun baba tavrı beni ilgilendiriyor’ cevabını verdi. Ben de yazacağım kitabı öykü olarak düşündüm. Dolavlı Yılmaz Güney kitabını yazdım. O dönem Mevlana Müzesi’nin arkasındaki Dolavlı Mahallesi’nde 6 aylık sürgün dönemini geçirmişti. Miço’nun da orada kahvehanesi vardı hikâyede burada geçiyor. Bu hikâye yayınlandıktan sonra şunu gördüm. Bu bir hikâyelik bir konu değil, çok daha fazlasını hak ediyordu.
Günümüz yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten kültüre bir katkı sağlayabiliyorlar mı?
Edebiyata hiç bir şey katmıyorlar. 80’li yıllara kadar bir heyecan vardı. Edebiyat akımları içinde toplumcu gerçekçiyim. Fakat günümüz yazarlarının çoğunluğu fantastik edebiyata yöneldiler. Konya ya da Hz. Mevlana ve Şems üzerine yazılan çok sayıda kitap var. Ancak bunların gerçeği yansıttığını söyleyemeyiz. Çünkü gerçeklikten koparılıyor ve manasını kaybediyor. Mevlana ve Şems’in yaşadığı dönemde Konya bir kaos ortamındaydı. Moğol zulmü var. Bunlardan hiç bahsetmiyorlar. Kitap fuarlarına bakıyoruz, bir kitabın üzerinde aşk varsa satıyor, içine bakma gereği duyulmuyor.
İyi bir okur-yazar nasıl olunur?
Kişiye göre değişir. Ancak 3 şeyi çok önemsemek lazım. Çok okumak, iyi bir gözlemci olmak ve kalemi elinden bırakmamak. Ben yıllardır, iyi bir okuyucu olabilmek için kendimde bunu uygulamaya çalışıyorum. Özellikle de iyi bir gözlemci olamazsanız anlatmak istediklerini anlatamazsınız. Nerede bir insan varsa orada bir öykü vardır. Önemli olan ona bakabilmektir, gözlemleyebilmektir. Önemli olan o hikâyeyi özünden kopmadan sunabilmektir.
Genç yazarlara ne tavsiye edersiniz?
İstanbul’a göre biz taşrayız. Genç yazar arkadaşlarda bir taşralık kompleksi var. Hor görülme duyguları var. Bu duruma her zaman karşı çıktım. İyi ürün verdiğiniz sürece her zaman karşılığını bulur. Yani birincisinde yayınlamazlar, ikincisinde yayınlamazlar ama üçüncüsünde bakarlar ki bu insan direniyor ve bir şeyler üretiyor yayınlamak zorunda kalıyorlar. Bu taşralık duygusu bende hiç oluşmadı. İyi yazdıkları zaman mutlaka karşılığını buluyor. Burada önemli olan vazgeçmeden kalemi elden bırakmamaktır.
Sizi gerçek hayatta etkileyen bir hayat hikâyesiyle karışlatınız mı?
Tabii ki karşılaştığımı çok ilginç hayat hikâyeleri oldu. Karaman Karadağ köyünde yaban atları Yörükler yaşıyor. O bölgede yaşayan hane sayısı 5 ila 6’yı geçmiyor. Zaman zaman buraya gittiğimizde bu hanelerde yaşayan insanlara misafir oluruz. Bir gün bir eve konuk olduk. Küçük bir kız çocuğu sürekli annesinin etrafından dönüp duruyor oynayabileceği
bir arkadaşı bile yok. Aradan yıllar geçtikçe çocuk büyüdü. Okul çağına geldi. Babası Kadir bey’e rica ettik. Burada keçilerin yaşamaya çalışıyorsun ama göç burada çocuğun hayatını kurtar diye, o da sağ olsun bizi dinledi. Arıkörene yerleşti kızını okutabilmek için güzel haberlerini alıyoruz, şu anda kızı üniversite okuyor. Bu haber bizi çok mutlu etmişti.(Melek Sarıtaş)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.