Mehmet Baykan

Mehmet Baykan

Asma Altı

Asma Altı

Mevsim bahara dönmüş, işte yine asma altı gün­leri başlamıştı.

“Bir ömür şu bahçada geçti ama yıllar ne çabuk geçti ?” diye iç ge­çirdi. Biraz ötede dört çocuk bağıra çağıra koşuşturup duruyorlardı. Kalkıp kovalamak geçti aklından amma o mecali bulamadı kendin­de. “Yah!” dedi. “Şu bahçada bırak çocuklar oynayacak, avarlara dala­caklar, ağaçlar bahar gelip çağlaya; yaz gelip meyveye durduğunda , hıdırellezde avarlar dikilip yaza sebze verdiğinde kuş uçurmazdım be!” diye hayıflandı.

Torunları yalvar yakar olur buz gibi kuyu suyu ile dolu havuza girmek için haftada bir ancak izin verirdi de dedelerinin huysuzluğu­na bağlar anlamazlardı niye öyle olduğunu. Babaanneleri “Ay herif! Bırak serinlesin çocuklar.” diye yüklendiğinde “Su buz gibi, havuz derin; ya hastalanırlarsa ya kafala­rını çarpıp boğulurlarsa! Ben bilirim onları suya ne zaman sokacağı mı!” diye cevap verir. Havuzda su iki gün durup bir miktar da avarla­ra salınıp eksildikten sonra “Hadi çağır çocukları, sen izin vermiş ol.” diye pası atardı hayat arkadaşına.

Çok eskileri biraz olsun hatırlıyor olsa da artık geleni gideni bilemez
olmuştu. Yanına oturup “Bildin mi beni Mustafa amca?” diyenlere ‘bilemedim’ demek zoruna gidiyordu ama yaş doksana doğru gidiyor çileli yıllarda taşınmış ağır yüklerin etkisiyle midir bilinmez artık hafızası çok şeyi bilip hatırla- I yamayacak haldeydi.

Bırak geleni gideni evlatlarını,- torunlarını torunlarının çocuklarını da bilemez olmuştu ama bazan umulmadık zamanlarda her şey geri gelir gibi oluyor bu seferde söylediklerinin ciddiye alınmama­sına çok içerliyordu. Öyle ya sen her şeyi unutmuş ol, dur dur sonra birden bir şey söyle! Hiç inanırlar mı diye iç geçirdi.

Başından hiç çıkartmadığı takkesi­ni gözlerinin üstüne doğru indirip oturduğu sedirde geriye doğru yaslandı. Niyeti biraz kestirmekti. Dalar gibi olmuşken “Selamünaley- küm dede!” diyen sese uyandı. “Ve aleykümselam!”

Takkeyi kaldırıp geleni tanımaya çalıştı. Asma yapraklarının arasın­dan sızan güneş gözünü alıyor olsa da sanki bilecek gibiydi geleni. Biraz boş boş baktı, sonra kendini zorladı. Evet evet torunlarından birisiydi gelen. Sık ziyaretine gelmesinden midir çok anlatıp çok dinlemesinden midir nedir kayıt­larında hala duruyor onu yorgun beyni genelde çıkartıyordu.

Nasılsın dede?

Eyiyim, çok şükür.

Halam nasıl?

Halan mı? Kim o?

Hani kızın var ya berabersiniz sana bakıyor.

Ha! Bir kadın var sabah çay bişir- di, bana onu diyorsan yokardadır. - Gene vukuat işlemişsin dede.

- Ne mukuatı?

- Akşam halam sen uyurken kapıyı kilitleyip babamgile gelmiş bahçe­nin içinden, sen de uyanıp asmanın üstünden aşağı inmişsin. Nasıl yap­tın bu yaşta? Zor yürüyorsun ama maşallah delikanlı gibi ikinci kattan asmanın tahtasına basıp aşağı inmişsin. Ya düşüp bir yerini kırsay- dın Allah muhafaza... Ya ölseydin başının üstüne gelip?

Olanları hiç hatırlamadığı bakışla­rından anlaşılıyordu ama aynıyle vakiydi torunun söyledikleri. Varıp
oğlunun kapısını çaktığın­da ağızları açık kalmıştı ev ahalisinin. Kilitli kapıyı açma­sı mümkün değilken ikinci kattan nasıl çıktığı araştırılmış ikinci kattaki pencere açık bulununca durum anlaşılmış veya bir yerine bir şey olsaydı nidaları ile derin bir oh çekil­mişti.

“Avarların arasında koşuşup duran çocuklar kim? Govalasana!” dedi. “Daha ekilmedi avarlar onlar bizim çocuklar oynasın dursunlar.” diye cevap verdi torunu ama mümkün değil vazgeçmiyordu. Kovala da kovala...

Halbuki dört çocuk ağaç dalların­dan kendilerine silah yapmışlar savaş oyunu oynayarak eğleniyor­lardı. Baktı olmayacak “Askerler!” diye bağırdı çocuklara doğru. - Emret komutanım!

- Buraya doğru marş marş!

Koşarak gelip gerçek asker havala­rında yan yana dizilmişlerdi bile. - Rahat! Hazır ol! Tüfek omza!

Her şey gerçeğe uygun cereyan ediyordu ve komutlar tam olarak yerine getirilip ağaçtan tüfekler omuzlara atılmıştı.

“Dikkat!” diye bir kez daha bağırdı ve tekmil verir gibi sihirli cümle­yi söyleyiverdi: “İŞTE BUNLAR OMURTAK PAŞANIN ASKERLERİ!”

Cevap şaşırtıcıydı: “O taa sağ mı?”

Sanki kablosu oksitlenip ara sıra yanıp sönen sokak lambası gibi ha­fıza bir an yerine gelmiş ve Omur- tak Paşa’yı hatırlayıvermişti. Hep anlatırdı iyi zamanlarında. “Asker olduk, Taşkent'ten geldik bizi As­lanlı Kışla'ya aldılar. Bir hafta sonra bindirdiler trene doğru Trakya'ya ver elini Malgara. Eğitimler çok sıkı Bulgar'la savaş çıktı çıkacak. Ge­nelkurmay Başkanı Salih Omurtak Paşa yürüdü yürüyecek Bulgar’ın üstüne amma İnönü izin vermedi” diye.

İçlerinde kendi oğlu da olan ço­cukların askercilik oynamasından mıdır bilinmez nereden geldiyse aklına gelmişti işte bu hikaye. Uya­nık torunun verdiği tekmil bir şok etkisi yapmıştı adeta. "Dede sen nerelisin? diye bir yoklama daha yaptı. “Pirlondalıyız ya bilmen mi?” diye bir de azar işitti.

Askerler komut bekliyordu dağıl­mak için. “Gönderiyorum bunları Omurtak Paşa çağırıyormuş.” diye bir hamle daha yaptı. Cevap her şeyin aynı tas aynı hamama döndü­ğünü çok iyi anlatıyordu: “Omurtak Paşa mı, kimidi O?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Baykan Arşivi