Halis Özdemir

Halis Özdemir

Perşembe Hadisi

Perşembe Hadisi

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Herhangi bir konuyu size emre­dip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helak etti. Size herhangi bir şeyi yasak­ladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.”

(Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131. Ayrıca bk. Tirmizî,

İlim 17; Nesâî, Hac 1; İbni Mâce, Mukaddime 1)

Açıklamalar

Kur’ân-ı Kerim’in bazı sûre ve âyet­lerinin nâzil oluş sebebi bulunduğu gibi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı hadislerinin de bir söyleniş (vürûd) sebebi vardır. Açıklamaya çalıştığımız bu hadisin vürûd sebebini Ebû Hüreyre’nin şu rivayetinden anlamak mümkündür: Resûl-i Ekrem Efendimiz bize hitap etti ve şöyle buyurdu:

- “Ey müslümanlar! Size hac farz kılınmıştır, o halde hac yapınız”. Bir adam:

- Her sene mi, Ya Resûlallah? dedi. Resûlullah cevap vermeyip sustu. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Peygamber Efen­dimiz:

- “Şâyet “evet" desem, mutlaka farz olurdu, tabiî sizin de buna gücünüz yetmezdi” buyurdular
(Müslim, Hac 412). Sonra da bu hadisi söylediler.

Hz. Peygamber’e bu soruyu soran sahâbî Akra İbni Hâbis'tir. O, nama­zın, zekâtın, orucun tekrar tekrar yapıldığını bildiği için, hac ibadetini de bunlara kıyas ederek bu soruyu sormuştu. Bütün mükelleflere her sene bu ibadeti tekrar etmenin zorluğunu, hatta imkânsızlığını düşünememişti. Peygamber Efen­dimiz, önce onun bu sualine cevap vermedi. Çünkü susmak, bilgisize cevap teşkil eder. Faydalı ve güzel soru ise, ilmin yarısıdır, denir.

Hz. Peygamber ümmete açıklan­ması gereken ve insanların ihtiyacı olan bir konuda susmazdı. Şâyet sorulan soru bu çeşit bir ihtiyaç­tan kaynaklanıyorsa, onu mutlaka en açık şekilde cevaplandırırdı. Fakat, Akra’m sorusunu böyle değerlendirmediğini, aksine tekrar tekrar sorduğu halde sorusunu cevaplandırmadığını görüyoruz.

Ne var ki, susmasının cevap teşkil etmediğini görünce, bu soruyu da açık bir şekilde cevaplamıştır. Resûl-i Ekrem’in cevap tarzından soru soranı pek hoş karşılamadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Akra İbni Hâbis, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözlerini tamamlamadan ve ilgili açıklamaları yapmadan bu soruyu sormuş olabilir. Oysa Allah Teâlâ, bu konudaki davranış edebi­ni mü’minlere şöyle bildirmişti:

“Ey inananlar! Allah’ın ve Resû- lü’nün huzurunda öne geçmeyin. Onların önüne kendiniz geçmedi­ğiniz gibi, onlardan önce konuş­maya, bir iş hakkında hüküm beyan etmeye de kalkmayın”

[Hucurât sûresi (49), 1].

Peygamber Efendimiz, özellikle itikat, ibadetlerin farz oluşu, helâl ve haram gibi vahiyle tesbit edilen konularda kendisinin bildirdik­leri ile yetinmeyi, ince eleyip sık dokumamayı, çok ve gereksiz soru sormaktan sakınmayı tavsiye ederlerdi. Bu sebeple: “Benim sizin anlayış ve kavrayışınıza bıraktı­ğım konularda siz de beni kendi halime bırakın” buyurmuşlardır. Niçin böyle yapılması gerektiğini de, geçmiş ümmetlerin, yahudi ve hıristiyanların helâk oluşlarını örnek göstererek açıklamışlardır. Çünkü onlar, peygamberlerine çok ve yersiz sorular sorarlardı. Ayrıca peygamberlerinin verdiği cevabı kabullenmek yerine, onu arala­rında münakaşa ederler, ihtilafa düşerlerdi. Bu nitelikleri, yani çok ve yersiz sorular sormaları, aldık­ları cevapları münakaşa konusu yapıp çok ihtilafa düşmeleri onların helâkine sebeb oldu. Çünkü ihtilaf, ayrılıkları ve gruplaşmaları doğu­rur. Bunun neticesinde toplumun birlik ve beraberliği ortadan kalkar. Birlik ve beraberliği bünyelerinde sağlayamayan milletler ve ümmetler ise helâke sürüklenirler. Bütün bunlar zaruret olmaksızın soru sormanın, Allah ve Resûlü tarafından hüküm­leri belirtilmiş konularda ihtilaf etmenin haram kılındığını gösterir. Çünkü, bir işin sonu helâk olursa, o işin haram veya büyük günah olduğu âşikârdır. Özellikle ihtilaflar, kalplerin ayrılma­sına ve dinin zayıflamasına sebeb olur. Bunlar nasıl haramsa, bunlara yol açan sebebler de aynı şekilde haram olur.

Dinin yasak ettiği şeylerden kesin­likle sakınılması, uzak durulması gerekir. Bu konuda müsamaha yoktur. “Gücüm yetmiyor” veya “Alıştığım için bırakamıyorum” gibi mazeretler de geçerli değildir. Tabii ki, ızdırar hali denilen zorunlu durumlar her zaman istisna teşkil eder. Bu ise, zaman, mekân ve şahıslara göre değişiklik arzeden ve geniş açıklamaları gerektiren bir konudur. Kişinin dindarlığı ve takvâ- sı, yaptığı ibadetlerden çok, yasak­lardan kaçınması ile değerlendirilir. Çünkü yasaklardan uzak durmak, bir riyâ, gösteriş ve başkalarına hoş görünme konusu olamaz. İbadet­lerde ise, bunlar şu veya bu ölçüde bulunabilir.

Yasaklardan kesin olarak kaçınıl­masına karşılık, dindeki emirler herkesin gücünün yettiği ölçüde uyması gereken bir özellik arzeder. Çünkü bir işi yapmanın, yapabil­menin çeşitli şartları ve sebebleri vardır. Bu şart ve sebebler, herkes­te aynı oranda bulunmayabilir veya hiç olmayabilir. O halde herkes gücünün yettiğinden sorumludur. Çünkü Allah Teâlâ, hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yükleme- miştir [Bakara sûresi (2), 286], Kimi­leri bir işi yapmaya güç yetirirken, kimileri yetiremeyebilir. Sorumluluk güç yettiği orandadır. Cenâb-ı Hak da “Allah’a karşı vazifelerinize gücünüz yettiği kadar dikkat edin. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğini­ze olarak (mallarınızı Allah uğrun­da) harcayın” [Teğâbün sûresi (64), 16] buyurur.

Farz olan ibadetlerin yapılmasın­da herkes aynı mükellefiyeti taşır. Nâfile ibadetler ise, daha önce de geçtiği gibi, her ferdin gücü ile, kudreti ile sınırlı ve ihtiyârîdir. Bu kâide sadece ibadetlerimizde de­ğil, bütün dînî emirlerde geçerlidir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. Ortaya problemler çıkaracak, şüphelerin doğmasına, münaka­şalarla ihtilafların artmasına sebep olacak sorular sormak haramdır.
  2. Birtakım ciddî boyuttaki münaka­şa ve ihtilaflar, fertlerin ve toplumla- rın yıkılışına sebep olur.
  3. Dinin kesin olarak yasakladığı şeylerden mutlaka uzak durmak, uyulması gereken farzlardandır.
  4. Dinî yasaklarda müsamaha ve gevşeklik câiz değildir.
  5. Dinî emirler, güç yettiği nisbette yerine getirilir.
  6. Peygamber’in sünneti üzerinde münakaşaya dalmak doğru değil­dir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halis Özdemir Arşivi