Akran zorbalığı
Bir çocuk okuldan her gün sessizce dönüyorsa, dikkat edin. Belki de sessizliği, içindeki fırtınanın en gürültülü hali olabilir.
Akran zorbalığı, sadece çocukların değil, toplumun geleceğinin de kanayan yarası. Sınıfta, koridorda, serviste ya da sosyal medyada… Zorbalık artık sadece itme-kakma ile sınırlı değil. Sözcüklerle, bakışlarla, dışlayarak, alay ederek varlığını sürdürüyor. Üstelik çoğu zaman, yetişkinlerin fark edemeyeceği kadar sinsi bir şekilde.
Çocuklar dünyayı akranlarının gözünden öğrenir. Kabul görmek, sevilmek, onaylanmak onlar için hayati önemdedir. Ama ne yazık ki bazı çocuklar, bu doğal ihtiyacı karşılamak yerine arkadaşlarını kırarak, küçümseyerek ya da korkutarak üstünlük kurmayı seçiyor. Belki de evde gördüğünü uyguluyor, belki de kendi yaşadığı bir travmanın yansıması oluyor bu tavırlar.
Ancak asıl tehlike, zorbalığa maruz kalan çocuğun içine kapanmasıyla başlıyor. Okul başarısı düşüyor, özgüveni yerle bir oluyor, en kötüsü de kendini değersiz hissediyor. Bu durumun uzun vadede ruh sağlığı üzerinde telafisi zor yaralar açtığını biliyoruz.
Peki, ne yapmalı?
İlk adım: görmek. Öğretmenler, veliler, okul yöneticileri... Hepimiz çocukların davranışlarına kulak vermeliyiz. "Çocuk bu, olur böyle şeyler" demek yerine, her işareti ciddiye almalıyız.
İkinci adım: konuşmak. Çocuklara sadece matematik ya da fen öğretmeyin; empatiyi, saygıyı, farklılıklarla birlikte yaşamayı da öğretin. Her bireyin eşsiz ve değerli olduğunu anlatmak, zorbalığın önüne geçmenin en etkili yollarından biridir.
Üçüncü adım: müdahale. Akran zorbalığını önlemek için okullarda etkin programlar uygulanmalı, rehberlik servisleri güçlendirilmeli ve mağdur çocuklara yalnız olmadıkları hissettirilmelidir.
Unutmayalım; bir çocuğun hayatına dokunmak, bir toplumun kaderini değiştirebilir.
Sessiz kalan her çocuğun sesi olalım. Çünkü çocukların gülüşü, karanlıkta bile yolu aydınlatmaya yeter.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.