Paris'te yıllar yılları kovaladığı, zaman dilimleri birbirine eklendiği, ömürlerimizden de bir bir eksildiği günler de kendimize dost edindiğimiz kardeşlerimizden olan Fevzi diğer adı ile Fassasi, Afrika’nın Gine ülkesinden gelmiş, babası doktor, annesi doktor, eşi doktor bir aileden gelmekteydi, kendileri siyâhi tebessüm ehli çôk hoş bir zâttı.
Biz o demlerde Paris'in merkezinde Türklerin en çok uğradığı camînin kitaplığını çalıştırmaktaydık.
Tabi ki biz o dönemlerde caminin personeline ait oda da, istirahat ederdik, hal böyle olunca vaktimiz daha çok cami de geçtiğinden dolayı, gelen cemaat ile daha fazla hemhâl olur, nice incileri de böylelikle keşfetme imkânına ulaşırdık.
İşte o incilerden bir tânesi de Afrikalı Doktor Fevzi idi.
Fevzi o dönemler de camiye yakîn sokaklardan birinde oturduğundan, nerdeyse her sabah namazına gelir cemaatle namazını kılar, bizler ile biraz hasbihal eder daha sonra da yuvasına veyâ işine giderdi.
Kendileri çok samimi içten, ihlaslı imânlı bir kuldu.
Sanki o şu hadisi yaşıyordu “Tebessüm ediniz, müminin mümine tebessümü sadaka gibidir, hadisini özümsemiş, daha sonra da bu özümsediği tebessümü her dâim yaşayarak karşısındaki muhataplarına ikram etmiştir.
Kendileriyle Paris'te iki haftada bir, sabah namazından sonra Paris’in en şık, en temiz, en görsel parkına kadar koşar, o büyük orman atmosferindeki parkı iki sefer tur atar ve tekrar bulunduğumuz mahalleye kadar da koşardık.
Fevzi müsait olduğu yıllar da Ramazanlar da sevdiği muhabbet ettiği hocalarından olan Prof. Doktor Cevat Akşit Hocamızı ziyâret için Türkiye'ye, daha sonra da Denizli'ye gider ve Ramazan’ın son on gününde diğer kardeşleriyle itikafa girerdi.
Fevzi kardeşimiz aynı zaman da Prof. Doktor Muhammed Hamîdullah'ın özel doktoru idi, zaman zaman Muhammed Hamîdullâh’ın evine gider ve hocamızın sağlığıyla ilgilenirdi.
Hatta duyduğuma ve daha sonra da bizâtihi yaşadığıma göre de Muhammed Hamîdullâh'ın evinin bir anahtarı da kendisin de vâr idi.
Fevzi ne zaman müsâid olur ise, değer verdiği Muhammed Hamidullâh'ı ziyâret etmek için o anahtarı kullanır ve hocamızın tedâvisi ile ilgilenirdi.
Doktor Fevziye bir gün, Fransa da, Paris de, bir çok kişinin İslâm’a girmesine vesile olan Prof. Muhammed Hamîdullâh'ı evinde ziyâret edebilir miyiz dedim
Fevzi de Hocama randevu alayım bildireyim dedi
O kutlu ve mutlu haberi Doktor Fevzi bize getirmiş ve randevuları almıştı.
Biz de o dönemler de Paris’teki bir kitapçı olarak, Muhammed Hamîdullâh'ın Fransızca Kur'an-ı Kerîm mealini, Fransızca İslam’a Giriş kitabını ve en kıymetli eserlerinden olan Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafâ'nın hayatını satıyor ve okuyucuyla yazarın ruhunu buluşturmaya gayret ediyorduk.
O yüce gün gelmiş ve heyecanımızı yükseltmişti.
O ziyâreti yapmadan önce bir kardeşimiz bana dedi ki, Muhammed Hamîdullâh hediye kabul etmiyor, onun için bir hediye gayretinde bulunma dedi.
Ben de bu hatırlatma üzerine, büyük bir hediye yerine küçük bir hediye ne götürebilirim diye düşünmeye başladım.
En sonunda götüreceğim sembolik hediyeyi teşhis etmiş ve onu götürmeye karar vermiştim.
Evet benim hediyem armağanım misvak olacaktı, en azından elim boş gitmemiş olacak ve hediyeleşmenin huşusunu yaşamış olacaktım.
O bahtiyar olduğumuz, daha fazla da bahtiyar olacağımız gün gelip çatmıştı.
O gün misvaklar alındı, Paris'teki 4 nolu hat ile Odeon metro durağına kadar gidildi, daha sonra da metrodan çıkıp evinin istikametini de yol aldık.
Evini kendi anahtarıyla Fevzi açmış ve içeri girmiştik
Daha içeri girer girmez insanı etkileyen, insanı hayretlere düşüren ve subhânallâh dedirttiren şeyler kitaplardı.
Duvarlar tamâmen kitaplarla dolu olduğu gibi, yerler de tamâmen kitaplarla doluydu.
Hakîkaten nerdeyse oturmaya yer bile yoktu.
Biz de içeride uygun bir yere diz çöküp oturduk, biz içeri girdiğimizde kendileri abdest almaya girmişlerdi.
Daha sonra abdestini alıp yanımıza geldiler. Biz de o daha yanımıza gelmeden evvel, ilmine ve âlimliğine olan hürmetimizden dolayı ayağa kalktık. Kendileri ile musâfaha edip oturduk, ben önce yanımda getirdiğim iyi bir kaliteden olan misvağı Muhammed Hamîdullâh Hocama taktim etim, Hocam bunu sizin için getirdim lütfen kabul buyurunuz dedim.
Kendileri de çok sağ olsunlar bizi kırmadılar ve hediye getirdiğimiz misvağı kabul buyurdular.
Muhammed Hâmidullah Hocamız Türkiye'mizde de uzun yıllar hocalık ve profösörlük yapmış
benim bildiğim en belirgin olan öğrencilerinden biri de Prof. Doktor İhsan Süreyyâ Sırma Hocamızdır.
İhsan Süreyyâ Sırma Hocamız Paris'e konferansa gelince kendisine uğrar ve Prof. Muhammed Hamîdullâh Hocamızı ziyâret ederdi.
Hamîdullâh Hocamız 5000 kişilik câmi olan Stangırland Camiinde 15 gün de bir veyâ ayda bir konferans verirdi.
Aynı zaman da Paris'in merkezindeki tek minareli cami konumundaki Musce de Paris Camiinde konferanslar verirdi.
Bu konferanslara bir çok yabancılar katılırdı, nice arayanlara ışık olur, nice karanlıklarda kalanlara da Kuran ve sünnet ışığında ayın on dördü gibi parlardı.
Biz de istidâdımız kadar Muhammed Hamîdullâh Hacamızdan nasiplenmeye gelmiştik.
Bilgi sofrasından biz de kapasitemiz kadar olanı almış ve kendilerinden müsaade istemiştik.
Hocamız da o yüce tevazusuyla bizi uğurlamak için ayağa kalktı ve bize cemâlini çevirdi.
Ayağa kalkınca hocamızın çok az uyuduğunu, ay yediğini ve sâdece bilgi için konuşup daha sonra da sustuğunu görmüş, anlamış ve hissetmiştim.
Kendileri 40 veya 45 kg ağırlığında ilim insanı ve yüce bir ruhtu.
Biz çıkmadan önce eline bizim getirdiğimiz misvağı aldı ve bize dedi ki, bu misvak şimdi benim mi dedi, evet hocam size hediye getirdik, tabi ki size âittir o misvak dedim.
Hocâmız o beni etkileyen enerjisiyle, o söylemiyle bizi kendisine bir kez daha hayran bırakıyordu.
Dedi ki o vakit benim olan misvağı size hediye ediyorum, lütfen bu misvağı benim yerime siz kullanır mısınız dedi ve bize bizim getirdiğimiz misvağı bize hediye etti, lâkin o misvak artık Hamîdullâh'ın kabul gördüğü ve sahiplendiği pek kıymetli bir misvaktı.
Biz o yüce zâta hem hediye takdim etmiş, hem de o yüce zattan hediye almış olduk.
Bu hoş atmosferle hoşluklarımızı bir nebze artırmış, eksilerimizi de eksilmiştik.
Ziyaretimizi bitirmiş, Hocamız ile musafaha edip ayrılmıştık.
Ziyâret edenler sanmasın ki sâdece karşı tarafı ziyâret etmiş oluyor, inanın karşı taraf aslın da en güzel ayna mesâbesinde ve hükmündedir.
Ziyâret eden ziyâret edilir.
Elbet insan da kendi kendini ziyâret etmelidir. Kendi kendini ziyâret edenler, ancak eksiklerine ve artılarına muhatap olabilir.
O vakit bazen dostu ziyâret edelim bize ayna olsun, bâzen de kendi kendimizi ziyaret edelim.
Lütfen kendi kendimize kör olmayalım, kendi kendine kör alanlar, maalesef nâra yaklaşabilir ve nurlardan da uzaklaşabilir.
Anadolu’da Bugün bizler ziyâret tohumları ekelim, ziyâret bahçeleri oluşturalım. Ziyâret sofrasının nîmetlerinden hem faydalanalım hem de faydalandıralım.
Bu duygularla Anadolu’da Bugün Gazetesi’nin emektarlarını, yazarlarını ve okurlarını selamlıyorum efendim.