Ey hakîkete ulaşmak isteyen yolcu!
Hakîkat yolun da elbet beyinler tutuşmalı, kor olmalı, nâr olmâlı. Hakîkat ile aramızdaki perdeleri aşk ve muhabbet nârı ile, ihlas ve îmân nârı ile, ilim ve irfân nârı ile, ölçü ve denge nârı ile, sevgi ve saygı nârı ile, edep ve hayâ nârı ile, sessiz tefekkür yolculuğu ve ferâset bereketi ile aralamalı.
Ey cân! Bir araç bile narlaşır da öyle yol alır. Adem de yanmalı, Adem de narlaşmalı. Adem de aynı çekirdeğin kendi kabuğunu parçaladığı gibi parçalamalı, parçalamalı ve büyük bir terk ediş olmalı. İnsan kendisine âit bildiklerini, gerektiği gerekli zamân dilimlerinde tek tek terk etmeli. Terk edişler elbet farklı farklıdır.Kimi terk edişler aslında aslında vâr oluşlaradır gebedir. Kimi terk edişler aslında yeniden doğuşlara vesîledir. Ey yolcu! Bu doğuşlardaki zerrelerin dâhi değerine paha biçilemediğinden, bu yolculuk, bu terk ediş, belki de en yüce makamlardandır.Ey kardeşim! Sânki insan da, aynı çekirdek kardeşi gibi yolculuk hâlindedir. Birisi emânet ehli, birisi ise zikir ehli. Yânî bedenler çekirdeği temsil eder, çekirdek içerisinde koca bir ormanı bulundurur iken, bedenler de içerisin de şu âlemin hakîkati olan ruhu taşır. Birisi irâde-i cüziyyeyle giyindirilmiş, birisi ise programlandırılmıştır. İrâde insanoğluna verilmiş ve değerini kat be kat artırmıştır yüce Allâh çekirdek ise programlandırılmış ve her hâli zikir, her hâli teslimiyet, her hâlî ibâdet kabul edilmiştir. Lâkin programlananlar her dâim İrâde-i cüziyyeyle yol alanlara hayran olmuşlar, hattâ hayranlıklarından da ötede, irâde-i cüziyye sâhibi olan insan da bir zerre olmayı çôk ama çôk istemişlerdir. Âh Adem âh, keşke biz insanlar şu tabiatın sesine kulak verebilsek, hattâ sâdece ten kulağımızı değil, cân kulağımızı da verebilsek. Şu tabiattaki yaratılanların her bireri, insan da zerre olabilmenin hayâlini kurduklarını keşke keşke hakkıyka bir kavrayabilsek, bir anlayabilsek. Kimbilir belki de o vakit, bir çok anlamsızlıklarımız ortadan kalkacak. Belki de o vakit, andaki efendiliğimizin idrâkine varacağız, belki de o vakit sevgi alacağız, sevgi dağıtacağız. Belki de o vakit hem ten bahçemiz de, hem de ruh bahçemiz de, güle de bülbüle de ev sâhipliği yapacağız. Belki o vakit, gül de bülbül de biz olacağız. Sultânımm bu yol da bâzen tenin bülbül olur, bâzen de ruhun. Bâzen tenimiz bâzen de ruhumuz, aşkından sevgisinden ve muhabbetinden dolayı öter durur. Bu ötüş bir başka ötüştür, bu ötüş yeryüzündeki her zerrenin hayranlıkla dinlediği bir ötüştür. Bülbül ve gülü cem etmeli, bir etmeli, bütün farklılıkları hemhâl etmeli. Yerine göre noktalığımızın farkına varmalı, hiçlik havuzunda ise yıkanmalı ve arınmalı. Hiç/lik hiç hiçlik değildir, sen hiçliğine yaklaş ve hiçlik ummânın da derinlere derinlere dal ve yavaş yavaş yukarılara, sendeki sen ile, sen deki O ile çık. O oluşunu fark edenler, O'ndan oluşunu fark edenler, gururu ve kibiri bir tarafa atar, O'ndan oluşunu fark edenler inadı ve dedikoduyu içtenlikle tamâmen bırakır, O'ndan olduğunu fark edenler yalanı ve iftirayı terk eder, O'ndan olduğunu fark edenler nefreti ve haseti yok eder, O'ndan olduğunu fark edenler riyâyı ve gösterişi tamâmen terk eder, O'ndan olduğunu fark edenler edebi ve ahlakı giyinir ve seferine öyle yola çıkar, O'ndan olduğunu fark edenler her an, her dem abdestini alırlar ve eksi enerjilerden kurtulurlar, O'ndan olduğunu fark edenler karşısındakini eleştirmeyi bırakırlar ve daha sonra aynanın karşısına kendilerini koyarlar, O'ndan olduğunu fark edenler dillerinden çıkanları önce kendi ten ve ruh toprağında ekenler ve yeşertenlerdir, O'dan olduğunu fark edenler sâdece bakmazlar ve görebilmenin şartlarını bir fiil yerine getirebilmenin gayreti içerisindedirler, O'dan olduğunu fark edenler şu sanal dünyâ da al denileni alanlar, at denileni de atanlardır, O'dan olduğunu fark edenler harama helal demezler, helâle de haram demezler, O'dan olduğunu fark edenler Hazreti Âdem'den Hazreti Muhammed’e kadar gelen peygamberlere inanır îmân eder ve gereğince amel ederler, Ondan olduğunu fark edenler âlemi kendi, kendini de âlem zanneder. Ehli sufîler, ehli tarîkler, ehli gönüller, ehli aşıklar ve muhabbetler, hani derlerdi yâ dünya insanın büyütülmüşü, insan da dünyânın küçültülmüşü. Ey insan sen hâkîkatin tâ kendisisin, Allâh aşkına kendi kendine dön de ibretlice bir bâk, Vallâhi ibretlice kendi kendine baktıkça, kendine hayran kalacak, kendine âşık olacak, kendini çôk sevecek, kendinin muceliğini hissederek görecek, hissedecek ve yaşayacaksın. Azîz'im şimdi elif doğru olmalı, ancak elif gibi doğru olanlar, hakîkatine doğru ilerler ve gerçek açılımlarını sağlar. Elif gibi olanlar, gözlerindeki sanal perdeyi kaldırır ve hakîkat olan gerçekleri bir bir müşâhede eder. Azîzim eğer sen de bu yollar da ilerlemek ister isen, hakkın al dediğini almalı, at dediğini de atmalısın. Hadi bu yol da ihlas ve îman ile ilerle. Hadi ötelerin ve berilerin sâhibine sonra değil hemen şimdi şu an da teslim ol ve yürü, hadi tenin ve rûhun ile cem hâlin ile bir hâlin ile ilerle. Anadolu’da Bugün, ana yaratılışımızı çok iyi idrâk etmeli, bugün ânımızı dolu dolu yaşamalı, dünümüzün ve bugünümüzün artılarıyla artmalı ve bereketiyle de bereketlenmeliyiz. "Ney elif gibi doğru olunca tat verir, insanoğlu ise özüyle ve inandığıyla amel ettikçe tat alır ve verir." "Şu dünyada elif gibi dosdoğru olmak ister isen, rızkını eğri büğrü, yalan yanlış yollardan kazanma!" Anadolu’da Bugün gazetesi okurlarımızı ve yayın ekimizi cân-ı gönülden selamlıyorum efendim.