Bu hoş cevâba, biz de hoş mektuplar yazıp iletişimimizi devâm ettirdik.
Daha sonraki zaman dilimlerin de, biz biraz daha büyümüş bizden daha da büyüklerle hocamızın baba ocağına ziyârete gitmiştik. Tabi ki gittiğimiz yer de Konyamızın Sarayönü ilçesiydi. Hocamız hâlen evine dönmemişti, hâlen verdikleri cezayı çekiyordu. Hocamız o gün orda olmasa bile, biz onun bahçesinde yetişmiş çiçekler olarak, kendimizi o anaya ve babaya, o aileye takdîm etmiş idik.
Biz o gün bir başka mutlu olmuş idik, bizi kendi çiçek bahçesinde yetiştiren hocamızın hanesine, farklı farklı tonlarımız ile, farklı farklı enerjilerimiz ile takdim edilmiştik. Bu duygular ile büyüklerinin ellerini öpüp, duâlarını alıp yola koyulmuş idik, hedef Konya’ydı, hedef Küçük Aymanas Mahallesi idi.
Gel zaman git zaman yıllar geçmiş ve askerlikten sonra yurt dışına Paris’e gelmiş idim. Bir sıla-i rahim ziyaretimde hocamızın tekrar izini buldum, o gün kendisi ile telefonda konuşmuş, yılların hasretini bir nebze de olsa gidermeye çalışmıştık.
Aradan hayli bir zaman geçti ve âbim bana müjdeyi verdi. Hocamız yıllar sonra da olsa, tekrar eğitimini tamamlamış, önce öğretmenlik, daha sonra da ilköğretim ve ortaöğretim okulunda müdür olmuş. Yıllar sonra da olsa kıymetli hocamız, tekrâr gönül bahçesinde çiçekler yetiştirmeye başlamıştı, ne mutlu o bahçede yetişen çiçekler konumundaki evlatlara.
Yakın zaman diliminde beni çôk heyecanlandıran bir telefon aldım. Tabi ki telefon çocukluğumun hocası, bu günkü çocukların ve gençlerin müdürü konumundaki hocamızdandı.
“Azizcim biz okullar arası bilgi ve eğitim değişiminden dolayı yolumuz Paris’e de düşecek, nasib olur ise iki gece Paris’te kalacağız, müsâid olur iseniz görüşmek isteriz” dedi.
Son zamanlarda en anlamĺı, en heyecanlı, en mutluluk verici telefonunu almış idim.
“Tabî ki hocâm ne demek şeref duyarız” dedim kendilerine...
O büyük gün gelip çattı, o gün yola koyulmadan önce, hâtıra defterimden, hâtıra mektuplardan oluşan kıymetlilerim arasından, hocamın bana hapishaneden gönderdiği mektupları buldum ve çıkardım. Üstelik mektup zarflarıyla berâber 45 yıl boyunca saklamışım, tabiri câizse bizi gönül bahçesinde yetiştiren mânevi bahçıvana, mânevi büyüğüm hocama ahde vefâ göstermeye gayret etmiş idim.
Hocamızın adresini verdiği otele geldim, hotelin önünde büyük buluşmayı yaşamış ve sessizce çok ama çok şeyler söylemiş idik, yanındaki öğretmenler ve öğrencilerle de hasbihâl ettikten sonra, Eyfel Kulesi’nin oraya doğru bir kısmımız metroyla, bir kısmımız da hocam ve bir kaç öğrenciyle berâber benim geldiğim arabayla Eyfel Kulesi’ne gittik.
Lâkin o gün resmen yağmura tutulmuştuk o gün sanki bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu, biz de pek yağmurdan kaçacak bir yer olmasa da, bir kenara sığınmıştık, tabîki o sığındığımız yer de yağmuru hissederek, hattâ biraz da ıslanarak kahve ve çay içmiş ve şu gökkubbede hoş anılar bırakmış idik.
Yağmur durmayınca Eyfelin de tadı kalmamıştı, hem ıslanmış hem de yorulmuştuk, kendilerine hem içimizi ısıtalım hem de Paris’teki Türk mahallesini görelim diye teklif ettim, sağ olsunlar onlar da teklifimize icâbet ettiler.
Strasbourg Saint Denis’teki Sancak çorbacısına gittik, Sancak Restorant’ın sâhibi dostumuz Zeynel kardeşim ve mutlu kardeşlerim, misâfirlerimize ilgi ve alâka gösterdiler, yine Sancak’ta en sevdiğim hocam ve diğer misâfirlerim ile, hoş bir atmosferde hoş anılar ve hâtıralar biriktirdiik. Daha sonra otele döndük, herkes yorulmuş ve odasına çekilmişti, biz ise hocamla başbaşa kalmış ve geçmişimizi yâd ediyor idik.
Ben 45 yıldır gözbebeğim gibi sakladığım ve koruduğum, hocamızın bana gönderdiği mektupları çıkardım ve hocam siz biz de her dâim yaşamakta, her dâim sizin bize verdiğiniz sevgi yumağını büyütmekteyiz dedim. Ve masaya önüne doğru o mektupları takdîm ettim.
Elbet hocamız hem o günlere dönüp hüzünlendi, hem de o günlerde aşıladığı bizlerin yeşerdiğinden dolayı da çok mutlu oldu. O gece ve daha sonraki gece de kendileriyle görüşmek nâsib oldu. Bir sabahta bir başka şehre gitmek üzere, Paris’in büyük tren garlarından birine bırakmıştım. O gün bana hocam iki eserini, iki yazmış olduğu kitabı hediye etti ve vedâlaşıp Konya’da görüşmek üzere ayrıldık.
Ey maddî ve mânevi doktorlarımız olan imamlarımız, müftülerimiz ve mavi liderlerimiz, siz emânetinizi hakkıyla taşırsanız, biz de o emâneti hakkıyla taşımış oluruz. Çünkü bu yolculukta biz siziz. Biz efendimizin ümmetiyiz.
Biz siz imamlarımızın bahçesinde farklı farklı yetişen gülleriz. Siz de biz de yukardaki hasletleri giyinirsek, sizler gövde olursunuz. Biz cemeatiniz de kanatlarınız olur. Allâh rasülünün yolunda uçar, farklı farklı manevi duraklarda dururuz inşaallâh.
Ey İmamlarımız, ey müftülerimiz, ey manevi liderlerimiz, siz bu gün Muhammed Mustafâ’mızın şanlı sancağını taşımaktasınız.
Biz de sizlerin arkasında saf tutmaktayız, biz de sizin manevi bereketiniz ile bereketlenmekteyiz.
Biz de siz mânevi doktorlar gibi, Kuran ve sünnet ile kendi kendimizi tedâvi etmekteyiz.
Biz de nefsimizi terbiye edebildiğimiz ölçüde olma ve hamlıktan kurtulma derdindeyiz.
Biz de oku emrinin önemini anlamak ve anladığımızı da yaşayabilmek için düşe kalka şu sanal dünyâda ilerliyoruz.
Ey varlık sâhibi âdem, sen yokluk konumundaki şu sanal dünyayâ sakın ola kanma, kanma ki hakîki varlığına tekrâr ulaşabilesin.
Bu duygu atmoferiyle, bu duygu atmosferini hisseden her imamımızı, her müftümüzü, her mânevi liderimizi, her hocamızı ve öğretmenlerimizi ve dahâ nice temiz ruhlu âdemi ve havvayı selamlıyor, saygılarımı ve hürmetlerimi iletiyorum.