Ey yeryüzünün mânevi doktorları -1-

Yolcu Aziz Kaya

Ey yeryüzünün manevi doktorları sizler yeryüzünün huzur limanlarısınız

Sizler yeryüzünün denge unsurusunuz.

Sizler nâra düşeni kucaklayansınız.

Sizler maddi ve manevi doktor olan Hz.Muhammed Mustafâ’nın devâmı niteliğindesiniz.

Sizler çok düşünen, tefekkür eden bir nebînin temsili konumundaki günümüzün düşünürleri ve tefekkür edenleri konumundasınız.

El Emînimiz Muhammed Mustafa’mız, daha peygamber olmadan önce, Mekke’nin ve Mekke’yle bağlantılı olan şehirlerin, ülkelerin el emîniydi, en güvenileniydi.

Efendimizin ahlâkı her şahsa örnek bir şahsiyetti. O daha peygamber olmadan sessiz ortamlar bulmak için dağlara çıkar, hakikati hakîkatimizi uzun uzun tefekkür eder, hem dış yolculuğunu hem de iç yolculuğunu yapardı.

Bu sağlam temeller üzerine, kendisine 40 yaşında nebiliği, peygamberliği, resüllüğü cebrâil Aleyhisselâm tarafından tevdi edilmişti. Resülümüz Muhammed’imiz peygamberlik görevini aldıktan sonra, ümmetini her dâim öncelikli kılar. Yemezdi ama yedirirdi, giymezdi ama giydirirdi, var olanını her dâim paylaşır, cimri olmamayı ümmetine yaşayarak hep gösterirdi. Efendimiz yetimi ve öksüzü kollar, yerine göre onların vekîli olur, yerine göre de onların babası olur idi.

Modelimiz Muhammedimiz insanlara denge unsuru olur, sorunları en mantıklı ve en adâletli bir şekilde çözerdi. Efendimiz toplumun eksilerini ayıplarını yüzüne aslâ vurmaz, insanların iyi olan taraflarını bulur ve ön plana çıkarır idi. Efendimiz has bir dâvâ eri olabilmenin, iyi bir kul olabilmenin, iyi bir mümin olabilmenin, iyi bir insan olabilmenin en güzel örneğiydi.

Bu gün efendimiz Muhammed’in tebliğ görevini, hakîkat görevini, Kurân’a ayna olabilme görevini üstlenen gönül erleri, mânevi doktorlarımız, sizler, sizler ey kıymetli din görevlilerimiz, imamlarımız, müftülerimiz ve daha nice ehli Kuran, ehli hakikat liderlerimiz, sizler başımızın tâcı, karanlıklarımızdaki aydınlığımız, daraldığımızdaki sığınacağımız limanlarımızsınız. Sizler daha sonra da sizleri modelleyen bizler efendimizin hallerini daha iyi giyinebilir, daha iyi hissedebilir isek, İnanın yeryüzü insanlığına devâ gelecek, maddi ve mânevi hastalıklarımıza şifâ olacak, insanlık sorunlarımıza da çok daha rahat çözümler üretebileceksiniz, üretebileceğiz.

Elbette biz yeryüzünde sizlerin arkasında saf tutmaktayız. Siz ne kadar güzellikleri giyinirseniz biz de o kadar o güzellikleri görür, giyinir ve hissederiz. Hakîkaten sizlerin her bireri sayısız aşı niteliğindesiniz

Çünkü siz bir iken binsiniz, siz bir gözle cemâtinize bakarken, bin gözle de size bakarlar cemâtiniz. Çünkü siz bir ağızdan hitâp ederken, bin gönle kulaklar, alıcılar vâsıtasıyla hitâp edersiniz, siz bir gönül iken binlerle belki de onbinlerce gönül konumundasınız.

Meselâ kendimden size bahsedeyim, Konya’da küçük Aymanas Mahallesi’nde büyüdüm. Çocukluğumuzda camimiz de ilâhiyat fakültesinde okuyan bir hocamız vâr idi, kendisi bizlere hem namaz kıldırıyor, hem gönlümüze şefkat ve muhabbet tohumları ekiyordu,

Bu kıymetli hocamızın asil bir duruşu vardı, inandığını yaşıyor, yaşadığı hakikati hem dile getiriyor hem de savunuyordu.

Biz küçük yaşımıza rağmen hocamızın gönül bahçesinde yeşerebilmek için, boş vakitlerimizi câmide de geçirir, hocamızın sevgi ve muhabbet bahçesinde, ihlas ve îmân bahçesinde nefes alır, oksijen alır, islâmi bir duruşluk alır idik. Allâh rızâsı için bakmayı, Allâh rızâsı için duymayı, Allâh rızâsı için konuşmayı, Allâh rızâsı için bilmeyi ve bildirmeyi, Allâh rızâsı için hakikati dile getirmeyi hep hocamızın bahçesinde öğrenir hem de sâf çocukluk duygularımızla yaşamaya çalışırdık. Sonra beni ve benim gibi bir çok çocuğu üzen vahim bir durum meydana geldi.

Hocamız Konyamızdaki islâmi bir dergide, şiir yoluyla, başörtüsüne yapılan zulmü dile getirmiş, edebiyat yoluyla kaleme almış olduğu bu şiiri, bu yazıyı, bu fikir mucâdelesini dergi de yayınlamıştır. İşte o gün belki de hocamız, 1400 yıl önce Efendimizin ve müslümanların çektiği sıkıntılara ortak olacaktı. Çünkü efendimiz ve sahâbeleri sırf hakîkati dile getirdikleri için çok zulumler görüyordu.

Bu kıymetli hocamızın yazısıda mâalesef mahkemeye verilip dâvâ edilmişti. Bu davanın savcıları ve hakimleri, bacılarımıza yapılan zulmü dile getirdi, diye mâalesef bir şiirden dolayı, bir fikri sunumun neticesinden dolayı hüküm giymiştir. O günkü küçücük kalbimle ben çôk ama çôk üzülmüştüm.

Çünkü o artık kapalı cezâ evine gitmiş ve bizim huzur bahçemiz sâhipsiz kalmıştı, elbet başka bahçe hizmetkarları olan imamlarımız gelecekti, lâkin benim gönlümün tahtına oturan hocam bir başkaydı. O bize sâdece namaz kıldırmıyordu, o bizim küçücük kalplerimizin seviyesine iner, bizi insan yerine koyar, bizi dinler ve yaşımıza uygun sorular sorar, akabinde de bu soruları açar ve cevaplarını verir idi.

Artık biz hüzünlü günleri yaşıyor, ruhumuzun paramparça olduğunu o acılı günleri hissediyor ve yapılan haksızlığa çok sitem ediyorduk. Çocuk aklımızla neden neden neden sorusunu kendi kendimize soruyor, o yaşımız da bu sorulara cevap bulamamanın ızdırâbını yaşıyorduk.

O günler de karanlığımı aydınlık edecek bir haber almıştım. Hocamızın yattığı yara kapalı, yarı açık cezâ evinin adresi elime geçmişti. Hocamıza o küçücük kalbim ile, sâf duygularım ile mektuplar yazmıştım. Bir gün susamış ruh toprağıma, rahmet niteleğindeki Hocamızın mektupları geldi, hem de kendi adıma, o gün ruhum kanatlanmıştı, o gün sanki uçuyordum hem de nasıl bir uçuştu o uçuş.

Devamı yarın…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.