Çığlıklar, yakarışlar, hüzünler, ölümler, mucizeler…
Ve içleri en çok acıtan o ses; Sesimi duyan var mı?
Yaşadığımız asrın felaketinin üzerinden günler geçti, acılar azalmadı. Bu yaşanan felaket şuana kadar başımıza gelenler arasında belki de en büyüğüydü. Ülke olarak bu felaketleri çok yaşadık.
Saat 4.17. Çoğu insan yatağında habersiz uyuyor, bazıları yarın için program yapıyor, kimisi “Nasıl olsa yarın barışırım” düşüncesiyle sevdiğiyle küs yatıyordu. Dolapta yarın gelecek olan misafirler için tatlılar, sarmalar…
Hiçbiri yenmedi, yenemedi. İnsanların kendini en güvende hissettiği o sıcak yuvalar, binlerce insana soğuk mezar oldu!
Bir düşünün uyurken ansızın betonlar üzerinize yığılıyor. Suçlu arıyoruz. Evet, bu belki biraz olsun içimizi rahatlatacak. Ama bu noktada akıllara o can alıcı soru geliyor; “Önlem alınması ve suçlu aranması için illa birilerine bir şey mi olması lazımdı?”
Evet ne yazık ki bizim ülkemizde hep böyle oldu. O gölde kimse boğulmadan o köprü yapılmaz! Bu korkunç deprem felaketinden sonra bari bundan sonraki binaları sağlam yapalım ki daha fazla can yitirilmesin, daha çok gözyaşı akmasın.
Bizleri kurtaracak tek şey ne yazık ki dua değil. Bunu artık idrak etmemiz lazım. Dua bizleri ayakta tutar, yardım eder doğru ama tek dayanak bu değil. Tedbir! Tedbir! Tedbir! Tevekkül denen bir şey var yahu!
Sen oturduğun yerden para bekle, olur mu? Binalar sağlam olmasın, sonra insanlar ölsün ve bu kader olsun. Bu durum tam bir tevekkül yoksunluğudur. Ama bütün bu olan depremlere rağmen insanımızın hala tedbir almaması canımı yakıyor. Deprem ülkesi olarak daha fazla önlemin alınması gerektiği kanaatindeyim. Tabi zamanında.
Geçmişte yaşanan depremlerden sonra daha ne kadar beteri olabilir diye düşünüyorduk değil mi? Ne yazık ki beterin de beteri var işte. Çok klasik belki ama gerçekten deprem değil bina öldürüyor. Yaşanan bu depremle beraber ülkece sadece can kayıpları değil daha birçok kayıp yaşadık. Eğitim, ekonomik, sosyal, psikolojik alanda da çok büyük yıkımlar yaşamış bulunmaktayız.
Tabi bunun yanında bazı farklı düşünceler de ortaya çıkmış oldu. “Bu deprem başımıza imansızlıktan, dinin emirlerine uymamaktan, açık giyinenler yüzünden geldi” düşüncesi gibi. Bir diğeri ise, “Hayır, bu tamamen bir doğal afet” düşüncesi. “Amerika gemisi geldi, deprem oldu” savunuları da buna dahil tabi. Hangisi doğru tartışırız ama burada asıl sorunun depremin nasıl olduğundan ziyade Türkiye’deki binaların yüzde 99’unun ağır hasarlı olması diye düşünüyorum.
Depremin kaynağının nerede olduğu önemsiz demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama dediğim gibi binalar hasarlı olmasaydı şuan konuşulan konular bambaşka olurdu. Karşı karşıya kaldığımız bu asrın felaketiyle birlikte, sadece deprem bölgelerinde değil, bütün Türkiye’de hayat durdu. Ekonomi durdu, eğitim durdu, normal yaşam durdu…
Rutin hayatımıza elbette geri döneceğiz. Ama önemli olan bundan sonraki süreçte deprem ülkesi gibi davranacak mıyız? Umarım şaşırırım. Gelecekte ne olur tam bilinmez ancak tek bildiğim şey artık depremi özlemek istiyorum…