“İçinde hissetmemişsen söylediklerini, sana bırakılan emaneti sözlerinle teslim alıp, eylemlerinde salıvermişsen, kaçtığında ilk sığındığın kurtulduğunda ilk unuttuğun olmuşsa... “
Bu sözleri bana söyleten Atatürk ve Kuran-ı Kerim… neden mi ikisi de başkalarını yanına çekmek ya da uzak tutmak için kullanılıyor. Oysa ki Atatürk’te Kuran-ı Kerim de insanların sahip oldukları aklı kullanmalarını söylüyor.
Bu aklı kullanabilmenin ilk yolu da okumaktır ki Kuran-ı Kerim’de ilk emir olan ayetin içeriğidir ki bunu bile yerine getirmekten aciz kılındık.
Peki madem okumuyoruz, o zaman işte tam bu noktada da aklıma nasıl öğreneceğiz sorusu geliyor ki; ”başkalarından” cevabı hemen arkasından geliveriyor. Peki başkalarının bilgisinin geçerliliği ya da güvenilirliği neden kendi edineceğimiz bilgiden daha kıymetli, değerli. İşte onun cevabı da maalesef birey olmayı başaramayan insanın, grup içinde var olma çabasından kaynaklanıyor. Gruba itaat ile onay almak ve grubun gücüne sahip olmak daha kıymetli ve daha kolay elde edilebilir.
Bizler artık daha kısa sürede hedefimize ulamak için her şeyi mubah görür hale geldik. Öyle ki “gerçekten ben neye inanıyorum ya da burada asıl doğru olan ne” sorularını bile kendimize sorma iç görüsünü kaybettik.
Oysa ki, bir tarafta kendi deneyimlemelerimizin yaşantılarımızın okumalarımızın kalıcı öğrenmeye etkisi kaçınılmaz bir gerçekken, biz gerçekle yüzleşmekten bile kaçar olduk.
İşin en acı tarafı da başkalarının düşünceleriyle söylemleriyle dine ve Atatürk’e yaklaşan ya da uzaklaşan insanların var olduğunu bilmek.
Oysa ki nefes aldığın her an senin bir şeylere inanma ihtiyacın var, ister kabul et ister etme ama inandığın şeyin ne olduğunu bir zahmet araştır… ve Atatürk.. bir insanı, ortaya koyduklarını sonuna kadar kötülemeden önce olaylara farklı açılardan bakabilmek için bir zahmet oku.
Çok büyük laflar etmeden önce insanları ve olayları içinde bulundukları koşullar içinde değerlendirmek için biraz çaba lütfen… bugün ona, yarın sana bana…