1965 yılı seçimleri öncesinde Rahmetli İnönü yükselen sol dalganın farkına varmış ve bu dalga radikalleşmeden CHP içerisinde savunulabileceğini düşünmüş ve ortanın solu kavramını ortaya atmıştır bu sayede ilk kez CHP sol bir kimlik kazanmış oldu. 1972 de genel başkan olan Rahmetli Ecevit ise partiyi sosyal demokrat bir çizgiye taşımıştır. Sol dinamiklere sahip, sendikalar ile uyumlu ve sivil toplum kuruluşları ile barışık CHP yönetimi ve dinamik bir genel başkan sayesinde 1977 yılında CHP oyları yüzde kırkları aşmış oldu.
Bu başarının sadece CHP yönetimine ait olduğu tabii ki söylenemez başarının asıl mimarı devrimci ruha sahip örgütlü soldur. Sol dönem itibariyle her mahallede her fabrikada her meslek örgütünde aşırı bir disiplin içerisinde hareket eden canlı organizmalardı. Disiplin kadar etkili olan ve başarıyı getiren en önemli unsur ise davaya bağlılık ve dava inancıdır. Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için söylemi disiplinle birleşince ortaya gerçek anlamda bağlı ve başarılı bir örgütlü sol ortaya çıkmış oldu.
Bu başarılı sol örgüt kültürünü sakıncalı bulanlar devreye girmiş ve seksen darbesi ile inanmış halk apolitize edilmiştir. Sadece darbenin etkisi değil bu süreci baltalayan asıl önemli sorun sol kültüre hizip ve ben merkezli siyasi egonun sokulmuş olmasıdır. Bu hizip ve ben merkezli egonun en büyük temsilcisi solu geri dönüşü zor bir yola sokmuş ve solu tek kelime ile parçalamıştır. Darbe sonrası kurulan parti SHP de başlayan bu sorun hizip ve egonun sürekli başarısızlığı sonucunda CHP’nin yeniden kurulmasına sebep olmuştur. Bu hizip yükselen solun bölünmesine parçalanmasına ve Siyasal İslam’ın temsilcilerinin iki büyükşehri almasına ve iktidar olmasına sebep olmuştur. İktidar olduktan sonra ise destek verilerek Siyasal İslam’ın başının milletvekili seçilmesine sebep olması ayrıca bir soru işaretidir. İşte Kılıçdaroğlu’nun hikayesi tam olarak burada başlamaktadır.
Analize başlamadan önce solun Türkiye’de seslendirilmesinden başlayarak kısa bir tarih analizi yapmak istedim çünkü bu giriş analizimizi önemli ölçüde etkilemektedir. Rahmetli İnönü ile başlayan ve Rahmetli Ecevit ile devam eden sol kültür seksen darbesi sonucunda yavaşlatılmış ve seksen sonrasında ise içerden müdahale yoluyla tamamen elitist ve statükocu bir kimliğe büründürülmüştür. Az olsun benim olsun mantığı ile sol can çekişir hale getirilmiştir.
Gerçek suçluların unutulduğu ve başarısızlığın faturasının Kılıçdaroğlu’na kesilmeye çalışıldığı bir ortamda bu analizin toplum ve solun kurtuluşu açısından faydalı olacağına inanıyorum. Şahsımla ilgili olarak bu yazının bir yaranma yazısı olduğunu düşünenler elbet olacaktır ama bu analizimi gerçekleri uygun ölçüde yansıtmama engel olmayarak amacımın aslında solun faydasına bir hizmet olduğu anlaşılacaktır. Kişilerle değil sistemle uğraşmak istediğimiz anlaşılsın istiyorum. Kılıçdaroğlu kişi olarak değil partinin sosyal demokrat kimliğine dönüşünde etkili olan sistemin kurgulayıcısı olarak önem kazanmaktadır.
En başından analize başlamak niyetindeysek girişi Kılıçdaroğlu’nun genel başkan oluş şekli hakkında konuşmak zorundayız. Sekreterini milletvekili yapanların gidiş şeklinin yargılanmadığı ve bu gidişe neden sebep olduğunun sorgulanmadığı yerde kötü niyetli insanların bu kumpasla boşalan koltuğa gelenin kumpasa ortak olduğu algısını oluşturması gerçekten manidar. O koltuğa kim gelirse gelsin bu çirkin ve asılsız iddialar ortaya atılacaktı. Atatürk’ün koltuğu boş mu kalacaktı yani. Burada sorgulanması gereken gelenin nasıl geldiği değil gidenin Atatürk’ün koltuğundan nasıl gittiğidir. Gelen kim olursa olsun bu çirkin ve asılsız iddia Siyasal İslamcılar ve statükocular tarafından malzeme olarak kullanılacaktı.
Diğer temel iddia ise seçim başarısızlıkları ve bu iddianın da temellerini sorgulamak zorundayız. 1965 yılında ilk kez dillendirilen sol kimliğin 1977 yılında başarıya ulaşmasındaki temel sebeplerin 12 senede yeterli gelişmişlik düzeyine gelmiş olmasıdır. 12 senedeki dinamiklere bakınca yükselen sol, örgütlü ve dinamik sol, güçlü sendikalar ve başarılı bir genel başkan ile başarı için gerekli bütün argümanların eksiksiz yerli yerinde olduğunu görüyoruz. Seksen darbesi sonrası apolitize edilmiş toplum, Yükselen siyasal İslam, yeterli ölçüde dinamik ve örgütlü olmayan sol ve sindirilmiş sendikalar ile bu başarıyı sağlamanın neredeyse imkansız olduğunu sanırım hepimiz kabul ediyoruz. Aklın ve bilimin yolundaki sol kimliğe ait bizlerin kısa sürede bir kişinin sistem kurgulamadan başarıya ulaşamayacağını hepimiz biliriz ancak bazı art niyetli kişiler sihirli bir değnek deşmişçesine başarıyı kucaklarında görmek istiyorlar. Olaylara duygusal olarak bakmıyorum ve solun iktidara olan hasretinin de ne denli büyük olduğunun farkındayım ancak bu olay bir sistem olayıdır ve kurgulanan sistem başarıya doğru yol almaktadır. 2010 yılında görev başına geçen Kılınçdaroğlu 1965 -1977 yılları arasında bütün olumlu etkenlerin desteği ile yakalanan ivmeyi bütün olumsuz etkenlere rağmen yakalamayı başaracaktır. Son yerel seçimlerdeki başarı bunun en büyük göstergesidir. Kılıçdaroğlu son genel seçimlerde başarının temel anahtarı ve başarının mimarı olduğunu ispatlayacaktır. Bu konuda gelişmelerin yönü ve son dönem siyasi çıkışları ile Kılıçdaroğlu’nunda bu başarıya hazır olduğu ortadadır.
Parti içi demokrasi ise analizimizin başka bir boyutu .CHP’nin sosyal demokrat kimliğine geri dönüşünün Kılıçdaroğlu ile hız kazandığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Görev başı yaptığı 2010 yılına göre parti dinamiklerinin arttığı ve halk nazarında parti yelpazesinin genişlediği yadsınamaz bir gerçektir. Mevcut siyasi partiler yasası ve seçim yasasını bilmeden sistemi algılayamadan parti içi demokrasiden bahsetmek havanda su dövmek olur. CHP’nin başına kim gelirse gelsin mevcut yasalar doğrultusunda fark eden hiçbir şey olamaz. Mevcut sistem rahatsız olduğumuz her şeyin değişmesi önündeki en büyük engel. Kişileri eleştirmeden sistemi eleştirir ve sistemi değiştirmeye odaklanırsak daha faydalı olacağı kanaatindeyim. Siz ne kadar eleştirirseniz eleştirin kişiyle alakalı olmayan doğrularda sistem değişmediği müddetçe doğru bir yönetim şekline kavuşamazsınız. Sağ partilerin biatçı kabulünün temsili siyasi partiler yasasının kırılması durumunda demokrasiye bir adım daha yaklaşmamız mümkün hale gelebilecektir.
Parti içi demokrasi demişken Kılıçdaroğlu’nu eleştirenlerin milletvekili olması, başkan adayı yapılması ve haklarında dava varken milletvekili yapılıp dokunulmaz kılınması da işin ayrı bir boyutudur. Bu şans verilirken dünyanın en iyisi olan nasıl oldu da bir anda dünyanın en kötüsü oldu bunu da sizin takdirinize bırakıyorum.
En son analizimiz Millet İttifakı adına yapılacak. Millet İttifakını Kılınçdaroğlu büyük bedeller ödemeyi göze alarak oluşturdu. Yeni sistemde iktidarın nasıl değişeceğini öngören ve haklı çıkan Kılıçdaroğlu ilk zorlu sınavını ittifak temellerini atmak adına Ekmeleddin vakasını kabul etmekle sağladı. Emekleyen ittifakın ilk aşamada koşturulmayacağını ve ego savaşlarına teslim edilmeyecek kadar önemli olduğunu görmüştü. Emekleyen İttifak ilk hatasını bu şekilde yaptı ama bu gelişen büyüyen ve zafer kazanan İttifakın gelişmesinde 50 yıllık kinin kırılması ve sonlandırılmasında çok önemli bir rol oynadı. Ekmeleddin olayı bir kayıp değil önemli bir yapı taşı oldu ittifakın temelinde. Her durumda pervasızca Kılıçdaroğlu’nu suçlayan akıl adamın yaptığı açıklamalara rağmen Gül aday iddiasından vazgeçmedi. Sanırım Kılıçdaroğlu’ndan çok onlar istiyor Gül’ün adaylığını çünkü devlet millet önemli değil ittifak kaybetsin parti kaybetsin ama onlar kazansın tek dert bu onlardaki.
2010 yılından bu yana kurguladığı sistemi ve başarısını görmek istemeyenlerin noktasal bazda bütünü göz ardı ederek yanlı taraflı ve kişisel fayda açısından olaylara bakması sizi yanıltmasın. Olayları bütün etkenleri ve bütün kurguları görerek yaparsanız aslında önemli olanın kişiler değil sistemler olduğunu görürsünüz. Parti ilk kez sistemli bir şekilde hem içeride hem de dışarıda uyuma doğru hızlı bir süreçten geçiyor. Toplum tarafından kabule herkese ve her şeye rağmen Kılıçdaroğlu’nun direttiği adaylarla ulaşmış olmamız bile bu adamın öngörüsünün ne denli güçlü olduğuna ispattır. Bize düşen artık iktidar olmak yolunda iç savaşı bırakıp bir bütün olarak güce karşı savaş açmaktır.
Mesele genel başkanın kim olduğu meselesi değildir aslında mesele solun dinamiklerinin nasıl harekete geçirilmesiyle alakalı. Güçlü sendikalar, güçlü STK lar, güçlü bir örgüt ve güçlü bir politik toplumla bu mümkün kılınabilir. Bütün mesele eleştiri yapmaktan değil özeleştiri yapmaktan geçiyor. Sen neden hatalısın değil ben neden hatalıyım sorusunu sorarak ve hata yapanın elinden tutarak biz algısını güçlü bir irade olarak yansıtarak bu başarıyı elde edebiliriz.
80 öncesi koltuk sevdası değil dava sevdası hakimdi ve insanlar dava için karşılık beklemeden bedel ödediler. Birçoğu toplumdan uzaklaştı işkence gördü hayatı mahvoldu ama biz onların yanında bile duramadık onların emanetlerine sahip çıkamadık. Çalışmıyor üretmiyor ve dava uğruna bedel ödemeyi göze alamıyorken en kolay yaptığımız şeyi yapıyoruz “ eleştirmek “
Kim ne olacak diye bakarken hepimiz molla olacağız haberimiz bile yok. Bırakın eleştirmeyi yıpratmayı ve kişilerle uğraşmayı sisteme odaklanın ve sistemi kurgulayın. Bilişim çağına girdiğimiz bu dönemde bilişim çağı ve sol ilişkisinin temellerini tartışalım ve kurgulayalım. İktidar olmamızın tek yolu bu…