Mak Danışmanlık, “Türkiye’de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı” ile ilgili 2017 yılında yaptığı bir araştırmayı yayımladı. 5400 kişi üzerinde yapılan bu araştırmaya göre bu toplumda: “Allah’a inandığını söyleyenlerin oranı % 86, meleklere inandığını söyleyen % 75,
Kur’an’ın vahiyle geldiğine inananlar % 76, düzenli Kur’an okuyanların oranı % 25, Peygamberlere iman ve Hz Muhammed’i örnek alanların oranı % 63, kadere inananların oranı yüzde 70, öldükten sonra hesaba çekileceğine inananların oranı % 73, Cennete gideceğiniz kesin olsa şu anda ölmek ister misiniz sorusuna evet diye cevap verenlerin oranı % 15, ramazan ayında sürekli oruç tutanların oranı % 45, beş vakit namazı sürekli kılanların oranı % 22, gusül abdesti alanların oranı % 65, ara sıra alanların oranı ise % 17…” imiş
Araştırma sorularının ve verilen cevaplarının bir kısmını burada paylaşmış oldum. Niyetim yazımızı istatistiklere boğmak değil. Merak edenler ilgili araştırmayı okuyabilir. İstatistiklere bakınca Allah’ın varlığına ve birliğine inanma en yüksek bir oran olarak görünmektedir. Yani tersinden bakarsak bu toplumun yüzde 14’ü, inancın temeli olan Allah’a inanmıyor. Araştırmaya göre bu toplumun yüzde 99’u falan Müslüman değil. Diğer inanç esaslarına gelince oran daha da düşmekte, inanmayanların oranı yüzde 25’lere yükselmektedir. İbadetleri yerine getirenlerin oranı ise daha aşağılarda. Araştırma sonuçlarına yüzeysel bakan bir insan, bu ülkede inanç sorunu yaşayanların oranının çok da azımsanmayacak bir seviyede olduğunu görecektir. Yani bu toplumda dinin temeli olan inanç sorunu var.
İnanç konusunda hal-i pürmelalimiz ortada iken Türkiye son günlerde dinin furuatı kabul edebileceğimiz görüşleriyle çalkalanıyor. İşin en başköşesine de Nurettin Yıldız oturtulmuş durumda. İşin garibi Hocayla ilgili paylaşılan videolar 8-10 yıl öncesine ait. Üstelik yapılan konuşmanın tamamı da yok paylaşılan videolarda, kırpıp kırpıp piyasaya sürülmüş. 10 yıl öncesinin videolarını piyasaya sürenlerin iyi niyetli olmadıkları, amaçlarının üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek oldukları ayan-beyan belli iken aşağıdan yukarıya gündemin içerisine hepimiz doluştuk. Şimdi herkes Sayın Yıldız’ı tu kaka yapmakla meşgul. 28 Şubat sürecinin mimarı olan Kartel Medyasının öncülüğünde ortaya dökülen eski fetvalara; muhalefet liderinden, Reisicumhur’una varıncaya kadar olaya müdahil olundu. Savcılarımız “Halkı kin ve intikama tahrik” suçuyla dava bile açtı. Nedense bu tartışmaları görünce yıllar önce okuduğum bir fıkra geldi aklıma: “Bir Hristiyan bir Yahudi’yi yakalar ve bir hışımla yakasından tutar. Yahudi, “Ne yapıyorsun, ben sana ne yaptım” diye sorar. Hristiyan, “Seni öldüreceğim” der. Yahudi, “Niye ki, suçum ne benim” deyince Hristiyan, “Siz Yahudiler, İsa peygamberi öldürdünüz, işte ondan” der. “İyi de bu iş, asırlar önce olmuş, geçip gitti artık” demiş Yahudi olan Hristiyan, “Olsun, benim daha yeni haberim oldu, demiş.” Fıkra burada bitiyor. Hristiyan, Yahudi’yi öldürdü mü, bilmiyorum.
Konuyu dallanıp budaklama niyetim yok. Nurettin Yıldız’ın vermiş olduğu görüşlere katılmayabilir, yanlış bulabilirsiniz. Ki ben de katılmıyorum. Zaten fetva dediğimiz budur. Kendisini işin uzmanı bulan kişi, bir konu hakkında fetva verir. Fetvasında isabet de eder, yanılır da. Üstelik fetva, dinin olmazsa olmaz tek görüşü değildir, dînî bir görüştür. İsteyen uyar, isteyen uymaz. Hal bu iken önce görüşler, ardından kişi sorgulanmaya başlandı, sonra bu hocaların verdiği tüm fetvalar hep bu şekil sorun denmeye getirildi iş. Yani tümevarım metodu uygulandı.
Başkalarının başka niyetlerle “yerseniz” diyerek dayattığı bu gündem; ortamı gerdi, insanları “Hoca haklı, haksız” noktasına getirdi. Bence tansiyonu düşürmek lazım. Hele bu iş siyasetin işi asla değil. Dini tartışmayı da din alanında söz söyleyecek kişilere bırakmaları, Hocanın görüşüne katılmayan yetkili kişilerin de susmamaları gerekir. Eğer siyaset, Türkiye ve dünya gündemini oluşturan her şey bizim gündemimize girer diyorsa ilk önce bu kasetler niçin sıcağı sıcağına 8-10 yıl önce değil de şimdi piyasaya sürüldü, diyerek bunun üzerine yoğunlaşması gerekir. Bu işin içine giren savcılarımız da “Uydum kalabalığa!” diyerek soruşturma açmadan önce "Herkes düşünce, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir. (2) Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce, vicdan ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz." Anayasa maddesini okumasını isterim. Siyaset ve yargı bir konuda baskı yaparsa o alanda sağlıklı tartışma olmaz. Beğensek de, beğenmesek de değerlerimizi tek tek yok etmiş oluruz. Sonra birkaç yanlışından dolayı eğer insanlar anasından doğduğuna pişman edilecekse “En iyisi hiç konuşmamak, bana dokunmayan yılan bin yaşasın” noktasına evriliriz.
Her olumsuz şeyden bir hayır çıkarmak lazım diyerek kendisini dini alanda görüş belirtmeye layık görenler hocalar da bir konuda görüş belirtmeden önce toplumun yapısını, dokusunu dikkate alarak görüş serdetmelerinde fayda vardır. Yani kendilerini güncellemeleri, bugüne gelmeleri, yani Kur’an ve sünneti baz alarak günümüz sorunlarını mukayese etmeleri ve ayakları yere basan, uygulanabilir görüş açıklamaları gerekiyor. Görüş açıklarken de izahı mümkün olan ve halkı ikna edecek bir temele dayandırmaları yerinde olur. Unutmayalım ki, izahı mümkün olmayan ve halkı ikna edemeyen hiçbir doğru, doğru değildir. Doğru da olsa kimse kullanmadığı için arşivlerdeki tozlu raflarda yerini alır. Yine hocalarımız, kendilerine sorulan her soruya cevap vermekten ziyade yazımın başında ifade ettiğim esas sorun olarak görünen inanç sorununa eğilseler, çok iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü dini görüşün de başı inançtır. İnanç olmadan dini görüşün bir anlamı olmaz. Bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkarmaya uğraşmayalım. Sadede gelelim.