Telefonumdaki ses

Ramazan Yüce

Sabah işe giderken apartmanın önündeki kayısı ağacının çiçek açtığını gördüm.  Baharın müjdecisi derken içim burkuldu, eyvah dedim. Sakın ola,  bu bahar; yalancı bahar olmasın. Eğer öyle olursa ardından soğuklar gelir bu sene de ağaçlar üşür, meyve yüzü görmeyiz… Zaten bu sene kış görmedik; kuru ayazdan başka.  Kara, yağmura hasret kaldık. Mahsuller iyi olmayacak. Geçen kış bereketli geçti, bu sene işler kesat olacak. Küresel ısınma dedikleri bu olsa gerek dedim.  Evet bu tatil günü, bu yalancı baharı ele alayım diye düşündüm.

İşyerimde işe koyulmuşken gelen bir telefon, yazı konumu değiştirdi ve tüm yorgunluğum gitti. Evet… Bugün içim içime sığmadı. Mutlu mu oldum mutlu. Hayırdır, Cenneti mi kazandın yoksa derseniz? Sanki Cenneti kazanmış gibi oldum. Bugün beni ilkokul öğretmenim aradı. Cenneti kazanmak gibi bir şey benim için…Bunda ne var bu kadar sevinecek diyebilirsiniz? İnsan manevi değeri büyük, böylesi telefonlara sevinebiliyor; eğer hayattan çok beklenti içerisine girmez isek.  Öğretmeniniz yıllar  sonra sizi unutmamış ve arıyor, inşallah en kısa zamanda ziyaretine geleceğim diyorsa  kendinizi bahtiyar hissedebilirsiniz.

3 ay önce bir ilkokul arkadaşım ile karşılaştım. Mustafa VAROL ile görüştüm dedi. Hemen 43 yıl öncesine gittim. Duygulandım. Mustafa VAROL:  Beni ilkokul 4.sınıfa kadar okutan ilkokul öğretmenimdi. Numarasını aldım, hemen aradım. “Ben Ramazan YÜCE” dedim. Tanıyamadım, kimsin demedi. Hiç duraksamadan “Sarı Ramazan, nasılsın, nerelerdesin” demez mi? O zaman da dünyalar benim olmuştu; öğretmenim beni unutmamış diye. Nakil gittiği 1973 yılından beri öğretmenimizle  hiç yolumuz kesişmedi. Olayı abarttığımı düşünenlere, bugün okuttuğumuz öğrencilerin çoğunun adını ve simasını hatırlamayan bizleri düşünürseniz bu olayı çok da mübalağa etmediğim anlaşılır.

43 yıl öncesi gözümün önünden geldi geçti birden.  Bize  bir harften fazla harfi ve nicelerini öğretmişti bir kere. Cuma’ya gitmeyi onunla öğrendim. Bize okuduğu kitabı  ve içerisinde geçen Hayri Dede’yi unutmadım.  Can kulağıyla dinlerdik. Bazen alırdı eline sazını. Çalardı: “Çırpınırdı Karadeniz” diye. Kendisinin yazdığı “Dokuz gözlü Çeşmesi var” isimli uzun şiirini ezberleyip yutmuştum. Bir bayramda okumam için verdiği “Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek…” şiirini ezberleyip göğsümü kabarta kabarta okuduğumu daha dün gibi hatırladım hemen.

Yazımı okuyunca belki: “Ne oluyor bu adama. 43 yıl geçmiş olmasına rağmen hocası öğrencisini hatırlıyor ama öğrencisi, tarihleri karıştırmış. Bugünü 24 Kasım Öğretmenler Günü sanıyor”  diye içinizden geçirebilirsiniz. Yok. Tarihleri falan karıştırmadım. Anma ve hatırlamaları belli bir güne hapsetmeyi sevmem. Günlük değil anma ve sevgim. Bir ömürlüktür…

Bizleri okutan her bir öğretmenin yanımızda ayrı bir yeri vardır mutlaka. Ama her birimizin unutamadığı ortak öğretmenimiz, eski adıyla ilkokul yeni tabirle sınıf öğretmenidir.

Eğitim aşığı, eğitim ordusudur onlar. Bir ideal ve heyecanları vardı. Allah onlardan razı olsun. Allah onlara hayırlı uzun ömürler versin. Yıllar geçtiği halde öğrencisine ismiyle hitap eden öğretmenlerimizin sayısını çoğaltsın. Elleri öpülesi insanlar. Siz çok yaşayın emi…

Not: Gazetemiz “Anadoluda Bugün”dün itibariyle 3 yaşını doldurmuş 4 yaşına girmiştir. Nice yıllara inşaallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.