Birçok medeniyet ve imparatorluğa başkentlik yapan, uğruna savaşlar verilen, Asya’yı-Avrupa’ya bağlayan, yönetmek için kıran kırana mücadele verilen; ticaret, finansın, turizmin ve kültürün başkenti olan; deniziyle, yedi tepesiyle boğazıyla görenlerin hayran kaldığı, görmeye doyamadıkları, ülkeye en fazla katma değer veren, nüfus bakımından Türkiye'nin birinci, dünyanın on beşinci şehri, taşı-toprağı altın, değişimin öncüsü İstanbul, şimdilerde başka türlü anılır oldu:
Gün geçmiyor ki İstanbul'da bir bina çökmemiş, yanındaki diğer binalar yıkılmaya karşı boşaltılmamış olsun. İhata duvarları yıkılıyor. Enkaza dönen binaları canlı yayında izliyoruz. Bazı zamanlarda meydana gelen yıkıntılar nice canlara mezar olurken bazılarında daha önce tedbir alındığı için can kaybı yaşanmıyor. Şükür ki can kaybı yok diyoruz.
Binalar niçin çöküyor? Bazıları zamanında çürük yapıldığı, bazılarının eskidiği, bazılarının üzerine kaçak katlar çıkıldığı belirtiliyor. Bazılarının çökmesi ise binaların yanına yeni bina yapmak için yapılan hafriyat çalışması sebep gösteriliyor. Açılan çukurlar yanındaki binaları tetikliyor, binaların altındaki toprakları kaydırıyor. Haliyle altı boşalan, hava da kalan bina da tepetaklak yıkılıyor.
Binaların çökmesine, evlerin çatlamasına, ihata duvarlarının yıkılmasına, her çöküntüde mala veya cana zarar gelmesine alıştık. Şimdi de asfalt yarılıyor, binalar çatlıyor. Sonunda bunu da gördük. Vatandaş evine sağlam raporu verilse de tedirgin olmaya devam ediyor. Gel de bu durumda İstanbul'da yaşa ve gece rahat uyu. Korkuyla yatan kabusla kalkar.
Ne oluyor İstanbul'a? Ardı arkasına çöken binalar ve şimdilerde görülen asfalt yarılması kötü günlerin habercisi mi? Tüm bu olup bitenlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017'de söylediği "Biz İstanbul'a ihanet ettik. Bundan ben de sorumluyum" sözünü birleştirince Türkiye'nin kalbi İstanbul'u iyi günler beklemiyor. Aslında yıkılan binaların altında kalan bizim doğruluğumuz, dürüstlüğümüz diye düşünüyorum. Günü kurtaran politikalarımızın sonucu tam bir enkazdır.
Tüm bu olup bitenlere karşı İstanbul dile gelse ne der bize? Sanki şöyle der: "Bakın Allah'tan korkun! Benim vücudum bu kadar nüfusu, bu kadar yüksek katlı binayı çekmez. Daha da üzerime gelmeyin, sesimi çıkarmıyorum diye bu kadar da üste gelinmez. İnsaf yahu! Bırakın artık bina yapmayı, göç almayı. Benim artık taşım toprağım altın değil. Böyle giderse ben sizin mezarınız olacağım. Bu işi tadında bırakmazsanız benden çekeceğiniz var. Beni bu hale getiren sizin aç gözlülüğünüzdür. Bunun sonu toplu ölümlerdir. Aklınızı başınıza alın, artık bina yapmak için kazmayı vurmayın. Bana nefes aldırmazsanız yarın binleriniz bir nefese hasret kalırsınız. Şu anda size verdiğim bir gözdağıdır, artçı depremdir. Üzerime daha da gelirseniz daha beterlerini bekleyin. Bu da toplu helakiniz demektir. Bana bugüne kadar dert, sıkıntı ve ağır yükten başka bir şey vermediniz. Hep aldınız. Takatim kalmadı. Bundan sonra alma sırası bende..." gibi.
Birinci derece deprem bölgesi olan İstanbul daha fazla bu sıkleti çekmez. En iyisi bir zamanlar taşı toprağı altın dediğimiz bu şehir katil şehre dönüşmeden İstanbul'u korumaya alalım. Gönlümüzde ayrı bir yeri olan bu şehre daha fazla kötülük yapmayalım. Unutmayalım ki ihanet eden, ihanetinin bedelini ağır öder.