Sırplar mı Öğretmenimiz Olsun, yoksa Aliya mı?

Ramazan Yüce

Kamuya eleman alımında bu ülkede herkes liyakat, emanet ve ehliyetten dem vurur. Nedense bir türlü bu ilkeye riayet edemedik. Çünkü geçmişten günümüze alımlarda genelde ahbap-çavuş ilişkisi yürütülmüştür bu ülkede. Bir kesim gülmüş, diğer kesim mağdur olmuştur. Bir sonraki dönemlerde mağdurların yüzü gülmüş, diğer kesim mağdurlara oynamıştır. Herkesin şikayet ettiği bu durum düzelmedi gitti. Zira tarafların hiçbiri bu konuda samimi değildir.

 

Dün emanet, ehliyet ve liyakattan bahsedenler tokmağı eline geçirince yaptığı ilk iş muhalefette iken savunduğu güzel değerlerden vazgeçmek ve eleştirdiklerini yapmak şeklinde evrilir. Yani kadrolaşmaya çalışır. Kadrolaşır da. Çünkü suyun başına geçme sırası ondadır. Bir zamanların egemenleri "Emanet ve ehliyete riayet etmiyorsunuz? Kadrolaşıyorsunuz" derse vereceği cevap: "Efendim! Dün siz de kadrolaşıyordunuz" demek olur.

 

Sorulan soruda suçlama vardır, verilen cevapta da savunma. Sorulan soru doğru olduğu gibi verilen cevap da doğrudur. Çünkü bu ülkede gömleğin düğmesi ilk baştan yanlış iliklenmiştir. Her gelen ilk düğmenin yerini değiştirmek yerine altına iliklemeye devam eder. Bu, hep böyle geldi, böyle devam ediyor. Biri, "Ben adaleti tesis edeceğim, ehliyet ve liyakata göre kamuya yerleştirme yapacağım" dese bu sefer ona destek verenler, "Şimdi sırası mı, daha dün onlar kadrolaşıyorlarken kadrolaşma iyiydi de şimdi mi kötü? Dün hep biz mağdur olduk" şeklinde cevap vererek hışmını gösterir. Sonunda suyun başını tutan teslim olur ve yavaştan yavaşa kadrolaşma başlar, bakar ki iyi de oluyor, sonra hız kesmeden devam eder yoluna.

 

Birçok alanda olduğu gibi Türkiye'nin bu konuda da sicili bozuktur. İktidara kimin geldiği, iktidarda kimin olduğu önemli değildir. Al birini, vur ötekine. Bu konuda kimse masum değildir. En adilim diyenin bile yanına 'eûzü' ile yaklaşmak gerek. Zira bu işin mektebi yoktur ama herkesin bu işi öğrendiği bir öğretmeni vardır. Hepsi birbirinin iyi bir kopyasıdır, işi kılıfına uyduran bir taklitçisidir. Bu konuda sadece iktidarları suçlamak yanlış olur. Zira biri kadrolaşma yapmak isterken diğeri de buna teşne olur. Nasıl ki rüşvette alan ve veren taraf varsa burada da kadrolaştıran ve kadrolaşan var. Taraflardan biri "Böyle bir şeyi duymamış olayım" derse bu işler gerçekleşmez.

 

Burada amacım, ehliyet ve liyakatten yoksun bir şekilde kadrolaşanları savunmak, meşru ve makul görmek değildir. Benimkisi sadece bir tespittir. Bu, ne zaman düzelir? Kim, yanlış iliklenen gömleğin ilk düğmesini düzeltirse...ben, benden öncekileri taklit etmeyeceğim, zira onlar benim hocam değildir derse...vicdanının sesine kulak verirse...kadrolaşmaya ilk önce o iktidarı destekleyenler karşı çıkarsa...işte o zaman düzelir.

 

"Böyle gelmiş böyle gider; onlar yaptı, biz de yapacağız/yapıyoruz, bugün biz yapmazsak yarın onlar yaparlar..." diyenlere bilge adam Aliya İzzetbegoviç'in sözüyle cevap vererek yazımı nihayete erdirmek istiyorum:

 

"Sırplarla savaşırken bir komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: 'Efendim Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının benzerini yapacağız.'

 

Aliya şöyle cevap verir: 'Onlar gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değildir.(Levent Gültekin)


Gelin bu ülkede her birimiz Aliya'yı (Allah ondan razı olsun) öğretmenimiz kabul edelim, Sırplar'ı değil. 20.08.2017

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.