Şu iyice anlaşıldı ki ABD bizimle sadece uğraşmıyor, savaşıyor. Savaşın adı da ekonomik savaş. Belli ki ABD’nin kuyruğuna iyi basmışız ki vurdukça vuruyor, saldırdıkça saldırıyor. Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan saldırılar bitecek gibi değil. Bizi bitirmeye azmetmiş gayri. Dünyaya dağ kanunlarını uygulayan dünün Kızılderililerin kanı elinde olan bu devlet, çevirip dünyaya pazarladığı kovboy filmlerindeki başrolü oynuyor. Bu rolünü devam ettirebilmesi için kendisine baş kaldıran Türkiye’yi ya yola getirecek, ya da bitirecek. Eğer bu ikisinden birini yapamazsa dünya devi karizmasını fena halde çizdirecek. Böyle bir durum ABD için sonun başlangıcı demektir.
Saldırısı, hırçınlığı, küstahlığı da bundan! Umarım eceli Türkiye’nin eliyle olur. ABD’nin fütursuzca saldırılarına karşı biz ne durumdayız? Ne yapabiliriz ki? Etimiz belli, budumuz belli, ekonomik gücümüz belli. Alınan onca tedbire rağmen dünya sömürü aracı dolar karşısında paramız hız kesmeden eriyor. Kimse önünü göremiyor, tedirgin bir bekleyiş var herkeste. Bu kabus ne zaman bitecek diyor. Ülke olarak yeniden zamlarla tanıştık. Çünkü iğneden ipliğe her şeye zam geldi. Böyle giderse zamların büyüğü arkadan gelecek. Esas sıkıntı sanayici ve iş adamları batarsa o zaman baş gösterecek. Her şeyimiz dolara endeksli olunca bu durum kaçınılmaz maalesef. Görülmedik bu saldırı karşısında hükümet de aciz durumda. Çünkü elinde oynayabileceği kozu yok ya da sınırlı. Gidişat ekonomimizin sıfırlanması, hatta eksiye doğru gitmesi yönünde. Dibi göreceğiz yani. Elimizde, avucumuzda ne varsa kaybedeceğiz. Dünyanın sonu mu bu? Hayır, ne münasebet! Hangimizin doğduğunda neyi vardı?
Çırılçıplaktık hepimiz. Kazandık ve tekrar sıfırlandık. Farz edelim ki aynı durumdayız. Bu durumda ne yapmalıyız? Bu kötü durumdan sıyrılabiliriz. Nasıl mı? Hiç dertlenmeden, sızlanmadan; dün ne idik, bugün ne olduk demeden işe sıfırdan başlayabiliriz. Çünkü sıfırı tüketmeden, ayakta sendeleyerek yeniden ayağa kalkılmaz. Önce yere düşüp yerden güç alıp ayağa kalkacağız. Milletçe sıfırdan bir ekonomi geliştirebiliriz. Yapacağımız şey geçmişten ibretler çıkarıp ayağımızı sağlam basmak, rahatımızdan ödün vermek, bilinçli bir şekilde çalışmayı seçmek, üretmek. Bunun için milletçe bir ekonomik seferberlik başlatmalıyız. Kimin gücü ve yeteneği neye yeterse oradan başlamalı. Rahata kavuşuncaya kadar baldan börekten vazgeçmeli, gerekirse kuru ekmek yemeliyiz. Bunu yapabilmek için önce “Biz bunu başarabiliriz” deyip kendimize güvenimiz gelmeli. Yurtdışından kimseye avuç açmadan kendi yağımızla kavrulmalıyız. Üretime dayalı bir ekonominin temellerini atmalıyız.
Sıfırdan kuracağımız bu ekonomi modeli dünya milletlerine örnek bile olur. Bu millet ne badireler atlatıp bugüne gelmiştir. Yeter ki soğukkanlılığı elden bırakmayalım, kendimize ve birbirimize güvenelim, bir ve beraber olalım. Unutmayalım ki ağustos ayımız zaferlerle doludur. Bizi parçalamak isteyenler ağustos ayında Sevr’i dayatmışlar bize, tıpkı bugün bizi bitirmek istedikleri gibi. Ama gelecekleri varsa görecekleri de vardır. Ağustos ayında şaha kalkmışız her defasında: Malazgirt, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık, Belgrat, Mohaç, Kıbrıs, Erzurum Kongresi, Sakarya Meydan Savaşı, Büyük Taarruz hep ağustos ayında gösterdiğimiz zaferlerdir. Ağustosun son gününü yaşadığımız bugün niçin ekonomik krizlerden kurtuluşumuzun ve şaha kalkışımızın başlangıç noktası olmasın. Yeter ki biz kendimize inanalım ve güvenelim.
Bizim için zafer yakındır.