İlk Kur'an eğitimini babasından almış, dokuz yaşında hafız olmuş, 10 yıl kadar medrese eğitimi görmüş, hukuk ve ilahiyat okumuş, 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra 1980 yılında "İslam Felsefesi" alanında doktorasını tamamlamış, sonra doçent, ardından da profesör unvanını almış, bir İlahiyat Fakültesinin kurucu dekanlığını yapmış, çok sayıda kitabı olan, konferans ve TV programlarıyla ün yapmış, hitabeti güçlü ve siyaset yapmış biri idi.
Mide kanseri tedavisi görmekte iken 22/06/2016 günü vefat etti. Hayat hikayesini zaten kısa bir araştırmayla her birimiz öğrenebiliriz. Samimi bir Müslüman mı idi, değil miydi bilmem. Halihazırda amel defteri kapanmış, hatasıyla sevabıyla dünyadaki rolünü tamamlamış biri artık. Yaptıklarına ve yapmadıklarına göre hesaba çekilecektir mutlaka. Niyetim mevtanın ardından lehinde ve aleyhinde konuşmak değildir. Hele öldükten sonra ardından konuşmak hiç mizacıma uygun değil. Son zamanlardaki görüntüsü ölmüş ölmüş dirilmiş birini andırıyordu. Belki de var olduğuna inandığı reenkarnasyon daha vefat etmeden kendinde görünmüştü.
Siyasete atılıncaya kadar bazı kanalların müdavimi idi. Kendisi programlar yapardı. Çoğu zaman gündem oluştururdu. Farklı fikirleri vardı. Aslında farklı denen fikirler dünün şaz görüşleriydi. Yeni bir şey söylemiyordu yani. Sadece tozlu raflarda kalmış bilgi kırıntılarını ortaya çıkarırdı yeni diye. İçinden çıktığı camia ile barışık değildi. Sırtı dönüktü onlara. Hiç sevmedi onları. Neredeyse düşman gibi gördü. Camiası da ondan hiç haz almadı. Kardeştiler ama düşman kardeş... Tıpkı İsmail'in soyundan gelen Filistinliler ile İshak'ın soyundan gelen İsrailoğulları gibi. Belki onlar gibi birbirimizi öldürmedik ama yeri geldi ölmek ve öldürmekten beter yaptık birbirimizi. Kalpten kalbe yol oluşmadı bir türlü. O bizi horladı, biz de onu. Aslında Kur'an hafızı olması, manasına hakim olması bir avantaj idi. Daha fazla Kur'an'la hemhal olacağı yerde içinden çıktığı camiasıyla düşman kardeşler rolüne soyundu. Kibirli ve mağrur bir görüntü sergiledi camiasına karşı. Çok iyi bildiği felsefesinde içinden çıktığı zümreye karşı tevazua yer yoktu... Medyatik olması, etrafını çeviren şöhret duvarı dolayısıyla ötesini maalesef göremedi. Belki de görün beni dedi, biz görmek istemedik. Görüşü hoşumuza gitse bile söyleyene bakarak tavır aldık. Yani Hoca camiasını, camiası da Hocayı yok kabul etti. Birbirimize karşı körler ve sağırlara oynadık. Asla güven vermedik yek diğerimize. Tek fayda sağlamadık başkasına gülünç duruma düşmekten başka.
Ben buna ötekileştirme diyorum. Oluşan ortam tam bir ötekileştirme idi. Sonunda iki taraf da kaybetti. Çünkü bizim asla farklı fikre tahammülümüz olmadı. Farklı düşünceye saygı duymadık. Farklı düşünen ile medenice tartışmadık. İletişimi kapattık birbirimize. Tu kaka yaptı birimiz diğerini. Farklı fikrine saygı duyup yanlışını en güzel yolla tartışma yolunu seçemedik. Sonunda o yoluna gitti, biz yolumuza. Birbirimize tahammül edememenin sonucunda o farklı bir kulvarda, farklı bir atmosferde hayatına devam etti. Biz de kabuğumuzdan çıkamadık... Ne biz onun Müslümanlığını beğendik ne de o bizim.
Etrafımıza bir bakalım çevremiz ötekileştirilip diğer mahalleye gönderdiklerimizle dolu. Diğer mahallelerden adam kazanacağımız yerde diğer muhitlere bol adam transfer ettik ve onlara hain gözüyle baktık maalesef. Bir arada tutunmak için yollar arayacağımız yerde ayrılmak için yollar icat ettik.
Yanlış mı düşünüyorum yoksa? Farklı düşüneni linç etmekten ziyade ortak noktalarımızı bulmaya çalışsaydık nasıl olurdu acaba?