Toplum olarak ahlaki dejenerasyon ve yozlaşmadan bahsederiz. Nedense hep konuşmada kalır bu serzenişimiz. Gerçi ben burada serzenişimiz dedim ama dert edinen dertlenir, kurtulmak için de tedbirini alır. Günümüz maarif sisteminde eğitim ana meselemiz değil, öğretim bizim tek derdimiz.
Öğretmen, veli, okul idaresi, öğrenci, MEB yetkilileri olarak tek istediğimiz akademik başarıdır. Öğrenci ne kadar fazla net yaparsa o çocuk iyi çocuktur; öğretmen, etüt merkezi, okul neti en fazla öğrenci çıkartırsa iyi öğretmendir, birinci sınıf etüt merkezidir, en iyi okuldur. Hepimizin muradı hayatta belki de hiç kullanmayacağı bilgileri öğrencilere yükleyerek girdiği merkezi sınavlarda çoktan seçmeli testlerde başarılı olmasını sağlamaktır. Tek derdimiz bu.
Davranışa dönüşmeyen bilgi peşindeyiz hepimiz. Eğitim ve öğretimde ne zaman öğretime verdiğimiz değeri eğitime de verirsek aslında gerçek başarı budur. Davranışa dönüşmeyen bilgi bizi canavarlaştırır, ruhsuzlaştırır, robotlaştırır.
Herkesin eğitim verecek diye umut bağladığı okullar eğitim veremediği gibi öğretim de veremiyor maalesef. Aslında eğitim bir değerdir aynı zamanda. Değerler ise anlatılmaz yaşanır. Hiçbir anne, baba, öğretmen ve idareci çocuğuna/öğrencisine kötü ol demez. Hatta iyi olması için telkinlerde bulunur. Ama nafile. Çünkü çocuk gördüğünü yaşar. Zira çocuklar ileriye attığımız oklardır. Okun nereye gittiğine kızmaya hakkımız var mı? Yok. Çünkü o oku atan biziz. Sorun büyüklerin örnekliğinde. Önce bunu kabul edelim. Bu konuda Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU bakın anne ve babalara ne söylüyor: "Çocuklara değer kazandırmak istiyorsanız, değerlere uygun yaşamanız gerekir. Çocuğunuza söz veriyorsanız, sözünüzü tutmanız, dedikodu yapma diyorsanız, başkaları hakkında konuşmamanız gerekir. Çocuğunuza vergi vermenin bir vatandaşlık vazifesi olduğunu anlatıp, çanta alırken, satıcıya: Fiş almazsak kaç TL olur? Sorusunu soruyorsanız, değerleri kazandırmamak için çaba sarf ediyorsunuz demektir."
Sayın Cemaloğlu, öğretmenleri de es geçmemiş: "Öğretmen olarak öğrencilere ders anlatırken değerleri anlatıyor fakat derse 10 dakika geç giriyorsanız, derste ders dışı faaliyetler yapıp, dersi kaynatıyor ve dersten erken çıkıyorsanız, öğrencilere değer kazandıramıyorsunuz anlamına gelir. Çünkü öğrenciler sizin tutarlı olup olmadığınıza bakar ve ona göre eylemde bulunurlar. Derste öğrencinin öğrenme hakkından çalarsanız, öğrenci müteahhit olduğunda demirden, çimentodan, işadamı olduğunda vergiden, esnaf olduğunda teraziden, çalışan olduğunda raftan çalmaya başlar. Bu süreç bir domino etkisi yaratır. Hırsızlık, ahlâksızlık yayılır ve üst değer olur."
Cemaloğlu, kopya çekenleri de konu edinmiş: “Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen bulunmaz. Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar. En son kalan öğrencileri kâğıtları toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle ve saygın şirketlerde iş bulabilirler. Bu öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı? Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle söyler: Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum. Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır. Bizde bu işler nasıl mı olur? 40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler. Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar. Sonra ne mi olur? Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler…”
“Kötülük gördüğümüzde elimizle, gücümüz yetmiyorsa dilimizle, buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğzetmemizi” emrediyor Peygamber efendimiz. Günümüzde maalesef kimse kimseyi uyaramaz, hatasını söyleyemez noktasına geldi, yine bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesi iyice belleğimize yerleşti. Öğrenci kağıdı yere atıyor, sınıfı kirletiyor, çöp atıyorsa çöpün içine değil, yanına fırlatıyor. Oturduğu sırayı gözünün önünde karalıyor. Ne müdürü, ne öğretmeni, ne hizmetlisi, ne arkadaşı, ne de anne-babası “Yavrum, bu çöpü niçin buraya attın, sırayı niçin karaladın” demiyor. Kazara kağıdı kim attı desen sabahçılar attı, öğlenciler attı, ben atmadım ki cevabı hazır. Sıranın karalanması ise geçen yıldan kalma denir.
Bence öğretemediğimiz öğretimden önce ağaç yaşken eğilir atasözünden hareketle biz büyükler, ilk önce bu çocuklara değerlerimizi yaşayarak öğretmeye çalışsak fena olmaz, hatta iyi olur.