Ortaokulu okumak için Konya merkeze geldiğim 1979 yılından itibaren zaman zaman gazete alırdım.
Gazeteye bir göz attıktan sonra ilk işim köşe yazılarını okumak olurdu. Ardından bulmaca sayfasını açar, bulmacasını çözmeye çalışırdım. Okuduğum ve takip ettiğim gazete zaman zaman gelmezdi. O bayiden diğer bayiye kadar gider, acaba birine gelmeyen diğerine gelmiş olur muydu. Gelmediği zaman içimde bir sıkıntı hissederdim.
Göreve başladıktan sonra gazete aboneliklerim başladı. Evime kadar gazetem gelmeye devam etti. Uzun süredir herhangi bir gazeteye aboneliğim yok. İstediğim köşe yazarının yazılarını peyderpey sanal alemde okumaya başladım. Fakat gazete alarak okuduğum köşe yazısındaki hazzı dijital alemden alamadım.
Gazete ve köşe yazılarını takip etmek bir nevi herhangi bir şeye bağımlı hale gelmek gibidir. Takip ettikçe ararsın okumayı. Bıraktın mı okumayı da aramaz hale gelebiliyor insan.
Toplum olarak yazanımız pek çok. Ama okuyanımız maalesef pek az.
Kitapçı rafları yazılmış, satışa sürülmüş kitaplarla dolu. Gazete satışlarımız ise az mı az. Çünkü konuşmaya, gezmeye, muhabbet ve cebelleşmeye ayırdığımız vakti okumaya ayırmıyoruz. Okumama açlığını TV izleme, dizi seyretme ve sanal alem gezintimizle gideriyoruz. TV'yi bırakınca soluğu sanal alemde alıyoruz. Demem odur ki bugün konuşuyorsak geçmiş bilgilerimizi tüketiyoruz. Bir müddet sonra da kendimizi tekrarlamaya başlarız.
Nice zamandır yazsam nasıl olur diye düşünmeye başladım. Bugün yazayım, yarın yazayım derken bir yılı geçmiş. Ne zaman oturup yazayım derken işin ciddiyetini düşününce yazmayı bıraktım. Hiç bir gaye düşünmeden yazdığım zaman sıkıntı yok.
Bugün oturup üşenmeden yazmaya başladım. Zaman zaman yazdıklarımla karşınız da olacağım. Dert ve sıkıntı edindiğim her konuda "kambersiz düğün olmaz" misali o konuda düşündüklerimi paylaşacağım; duygu ve düşüncelerimi, kendi doğrularımı işlemeye devam edeceğim.
Yapabilir miyim? Baştan söyleyeyim: Sanmıyorum. Ama deneyeceğim sizlerin hoşgörüsüne sığınarak...
Yapamadığım takdirde -ki öyle- elinizde ikinci bir Bekr-i Mustafa vakası daha olmuş olur.
Bekr-i Mustafa’yı bilirsinizdir: 5 yaşında iken mahalle mektebinde eğitimine başlamış, küçük yaşta iken hafızlık yapmış, o günün medresesinde eğitimini almış, dini bilgisi ileri seviyede olan biridir Bekri Mustafa.
Zeki, nüktedan, hazırcevap ve hoşsohbet olan Bekri Mustafa, 18 yaşından sonra içki müptelası olmuş ve içmesiyle meşhur biridir. Sultan IV. Murat zamanında yaşamış ve sultanın sevgisine de mazhar olmuştur. Mahalleli ve Devlet ricalinin ileri gelenleri tarafından içkiyi bırakır düşüncesiyle Bekri Mustafa’yı Küçük Ayasofya Camii’ne imam-hatip yapmak için seferber olurlar ve devrin sultanını da ikna ederler. İmamlık yaptığının ilk öğle namazından sonra camii avlusuna bir cenaze gelir ve ilk cenaze namazını kıldıran Bekr-i Mustafa, tabuta eğilerek cenazeye bir şeyler söyler.
Ne söylediğini merak eden cemaatten biri Bekri Mustafa’ya sorar:
-Hocam, ne söyledin.
Bekri Mustafa:
-“Ahirette sana öteki dünyadan haber sorarlarsa Bekri Mustafa imam oldu dersen dünyanın durumunu bilirler, başka bir şey söylemene gerek yok” dedim, şeklinde cevap verir.
Velhasıl; Bekri Mustafa, yaşantısıyla ehil olmadığı halde Küçük Ayasofya Camiine imam olur, bu durumu da yukarıdaki hazırcevaplılığıyla ortaya koyar.
Rabbim, doğruları yazmayı, yazdıklarımla yaşamayı nasip etsin.