Başımızın belaları

Ramazan Yüce

Diyarbakır'da polis aracına bombalı saldırıda bulunulmuş, 12'si polis olmak üzere 45 kişi yaralanmış, 3 tane örgüt üyesi ölmüş. Yine kan, yine gözyaşı. Bitmiyor çilemiz, derdimiz. Vakayı adiyeden oldu artık bombalı eylemler, ölümler, öldürmeler. Günlük kan görmesek, şehit haberiyle sarsılmasak bugün bir anormallik var diyeceğiz neredeyse.

Bazen gazetelere düşen fotoğraflara bakıyorum. Görüntüler savaş ortamlarında olmaz dedirten cinsten. Her yer virane, her yer harap olmuş. Bir daha yaşanılmasın, burada insan yaşamasın, bana yar olmayacak dünyayı insana zindan edeceğim görüntüleridir bunlar.

Diyarbakır'ın, Güney Doğu'nun makus talihi oldu artık hep kan, hep gözyaşı. O bölge ne güldü, ne de güldürdü. Hiç eksik olmadı o bölgede ayrık otları ve dış güçlerin emelleri. Az sayıdaki kötü, dünyaya hakim olmuş, yerin altını üstüne getiriyorlar. Sessiz iyilerin sesi çıkmıyor tıpkı Güney Doğu bölgemizdeki mağdur, mazlum sessizlerin sesinin çıkmadığı gibi. Belki de ses veriliyor, seslerini duyan yok. Ya da çaresizlik karşısında içlerine attılar. Ateş kor gibi içlerini yakıyor. Belki de Allah'a havale ettiler kendi içlerindeki uslanmaz kötüleri. Gör bizi ya Rabbi diyorlardır. Bu durum hırsız hikayesini hatırlatıyor. Hani çocuk demiş ya: “Babaaaaa, hırsız yakaladım.” İçeriden babanın sesi duyulmuş: - Getir oğlum. - Gelmiyor.
- Bırak gitsin o zaman. - Gitmiyor. - Allah Allah, sen gel bari. - Beni de bırakmıyor.
İçlerindeki kötülere, " Gidin buradan" diyorlar. Gitmiyorlar. "Silahı, öldürmeyi bırakın" diyorlar, bırakmıyorlar. " O halde bizi bırakın kendi halimize" diyorlar, onu da yapmıyorlar.

Doğu, Güney Doğu ne yapsın, onu söyleyin bari. Bizim oradaki terör örgütleriyle mücadelemiz körler ve sağırlar savaşıdır. Biliyorsunuz körler görmez, rastgele vurur, sağır dinlemez, çünkü işitmez. Vurdukça vurur. 

Ben insan görünümlü bu insan azmanlarını anlayamadım. Ne menem bir varlık bu böyle. Ölünce beyhude yere, bir hiç uğruna gidecek. Öldürünce o vicdan azabıyla bu dünyada nasıl mutlu olacak. Başkasının mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kuracak? Yoksa bunlar insan değil mi? Robot mu, uzaylı mı, başka bir Galaksiden mi?

Peygamberler şehri diye anılan Diyarbakır  ne ile anılır hale geldi? Devlet aklı selim düşünmeli. Belli bölgeleri mesken edinmiş az sayıdaki kötülerle yani sivrisineklerle mücadele etmektense, ülkemizde emelleri olan dış güçleri yani bataklıkları kurutmalı. İyi bir diplomasi yürütmeli. İçimizde tarafeynin  akıttığı kan, problemleri çözmez, onulmaz yaralar açar. Kin, intikam tohumlarını eker. Çünkü her ölüm kaostur, krizdir, yara ve dertleri derinleştirir.

Hiçbir ebeveyn terörist olsun diye çocuk doğurmaz. Hiç bir çocuk, büyüyünce terörist olacağım diye dünyaya gelmez. Hiçbir aile bu çocuğum öldürülsün, şehit olsun diye doğurmaz. Nasıl büyüttük, nasıl yetiştirdik, kim yetiştirdi bunları? Nasıl çözeceğiz bu problemi? Çözmede aciziz gayri anlaşılan. Nasıl aramazsın Musa Peygamberin bir müddet yolculuk yaptığı - biz de Hızır diye bilinen- kişiyi. Hani o, bir çocuğu öldürmüştü ya, Musa'nın itirazına rağmen: Bu çocuk, büyüyünce asi olacak. Bu yüzden öldürdüm diye. Keşke günümüzde böyle biri olsa, ya da elimizde bir sihirli deynek olsa. Doğar doğmaz, " Bu, büyüyünce terörist olacak, bombacı, ya da canlı bomba olacak" diye söylese de küçükken temizlesek bu baş belâlarını. Hatta daha anne karnındayken ezsek bu sinsi yılanların başlarını...

Mücadele etmeye edelim, ezmeye ezelim ama köşe başlarını tutmuş, dünyaya yön ve nizamat(!) veren, barış havarisi kesilen, alemi yaşanmaz hale getiren insan görünümlü, yüze gülen, üç kuruş menfaati için dünyayı piyonlarına yakıp  yıktıran, makam sahibi kravatlı müsveddeleri ihmal etmeyelim. Yılanın başı esas onlar...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.