Güle muhtaç gönüller

Nihat Kılıçarslan

Her yer karanlık,  sineler taşlaşmış, güller solmuş, zalimlik, cehalet ve acımasızlık her yeri ele geçirmiş. Yozlaşmış olan toplum, yağma, baskın, gasp, savaşlar ve kan davaları ekseninde yaşamını sürdürüyor. İnsanların onurlarının, haysiyetlerinin ve namuslarının bir önemi yok. Bir mal gibi alınıp satılabiliyorlar. Güçlü olanın hüküm sürdüğü, güçsüz olanın hükümsüzlüğü…

Bu dönemin adı Cahiliye. İsmine münhasır karanlık bir dönem. Mesela kadın olmanın hiçbir önemi yok bu dönemde. Haklı olmanın da öyle. Güç kimdeyse haklı da odur. Kâbe-i muazzama ile anılan bu kutsal belde putperestliğin, şirkin başkenti olmuş çıkmış adeta bu cahil toplum ile birlikte. İnsanlar o kadar acizler ki kendilerinden daha da aciz olan putlara tapıyorlar ve onları Allah’a ortak koşuyorlar. Hz. Ömer’in de o döneme ait anlattığı şu anı geliyor aklımıza:

“ Yolculuğa çıkmadan önce, yolda tapınmak için hamurdan put yapar, pişirirdik. İhtiyaç duyduğumuzda ona ibadet ederdik. Acıktığımızda da oturur o putu yerdik”.

Sadece Arabistan yarımadası değil, tüm dünya bir karanlığın içerisinde. Adeta herkes unutmuş doğruları. Hakkı hatırlayan çok az insan var. Onlarda köhneleşmiş bu dünyada kendilerini muhafaza ederek yaşamaya çalışıyorlar. Tüm dünya aç tüm dünya susuz…

Herkes O’nu bekliyor. Herkes o gülün açmasını ve tüm dünyayı o nurlu çehresiyle yeşertmesini bekliyor. Sineler O’na aç ve hasret…

O bir gelse çöller yeşerecek,

O bir gelse karanlıklar aydınlanacak,

O bir gelse taşlaşmış sineler çözülecek,

O bir gelse mazlumlar feraha erecek, küçük kız çocukları toprağa düşmeyecek, o bir gelse insanlara Allah’ı haykıracak, Hakk’ı haykıracak ve adaleti haykıracak!

20 Nisan 571 (12 Rebiülevvel) ve o gül açtı. Ve o günden bu güne kadar o gülün kokusu hiç bitmedi ve bitmeyecekte. Selam sana Ey Resulullah, selam sana Ey Habibullah!