Sırp birliklerin Temmuz 1995'te 8 binden fazla Boşnak sivili öldürdüğü Srebrenitsa Soykırımı, aradan 25 yıl geçmesine rağmen kurban yakınlarının ve Boşnak halkının kapanmayan yarası olarak kalmayı sürdürüyor. Toplu mezarların mavi kelebekler sayesinde bulunmuş olması da Srebrenitsa'nın sessiz çığlığı olarak nitelendiriliyor. Bosna Hersek'in doğusundaki Srebrenitsa'nın 11 Temmuz 1995'te Ratko Mladic komutasındaki Sırp birliklerce ele geçirilmesinin ardından başlayan, kısa zaman içinde en az 8 bin 372 Boşnak sivilin hunharca öldürüldüğü soykırım, sadece kurban ailelerinin değil tüm Boşnak ulusunun da en derin yarası olarak kabul ediliyor. Öldürüldükten sonra farklı toplu mezarlara gömülen ve ardından başka başka yerlere nakledilen cenazelerin birçoğu, bulunduğunda da tam olmuyor. Birçok aile yakının sadece az sayıda kemiğini, "en azından bir mezar taşı olsun" diyerek toprağa veriyor. Katliama imza atan Sırp askerleri, toplu mezarlar bulunmasın diye cesetleri çok uzağa gömdüler ve bölgenin bitki örtüsüne uygun bitkilerle üzerini örtmeye çalıştılar. Toplu mezarların bulunmasında kullanılan uydu resimlerinde manyetik değişkenlik taramasının yapılamaması için mezarların içine metal parçaları bıraktılar. Böylesine profesyonelce ve ince hesaplar yapılarak planlanmış bir soykırımda bir şeyi hesaba katamadılar. Toplu mezarların bulunduğu bölgede cesetlerin toprağı beslemesi sonucunda Artemis adında çiçeklerin oluşumu başladı. Çiçeklerin çoğalmasıyla birlikte sadece bu bitkiyle beslenen mavi kelebekler de bölgede hızla çoğaldı. Bölgede yapılan araştırmalar sonucunda bu durumun dikkat çekmesi ve yerel basına yansımasıyla halk da araştırmalara katıldı. Mavi kelebekler, mezarlarda açan ölüm çiçekleri ile beslenen kanatları mavi renkli kelebek türüdür. Srebrenitsa Soykırımı'nın 26. yıl dönümünde de kimlik tespiti yapılmaya mavi kelebeklerin izi sürülmeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitsa’da 8 bin insan Temmuz 1995’te katledilirken Aliya İzzetbegoviç, şu cümleleri söylemiştir; “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.”