Her şey zamanı gelince olması gerektiği için, olması gerektiği kadarıyla yaşanmaktadır.
Bizler hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inandığımızı söyleriz, ancak şer olduğunda suçlayacak veya kınayacak birilerini bulmakta gecikmeyiz.
Her şer içinde ya kendi kadar, ya da kendinden büyük bir hayır barındırmaktadır.
Hayır ve şer, zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Bazen kendimizi şerre o kadar kaptırırız ki, hayrı anlayamaz veya görmekte zorlanırız.
Hz. Mevlana, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat arasındaki farkı soran bir öğrencisine;
Karşı medresede rahlelerine eğilmiş ders çalışan dört kişi var. Sen git bunların
hepsinin ensesine bir şamar at sonra gel sana anlatayım” diye buyurur.
Öğrenci gider, birincinin ensesine bir tokat akşeder. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını döner ve daha kuvvetli bir tokatla Hz. Mevlana’nın öğrencisini yere yıkar. Bu kez ikincisine tokat atar. O da derhal ayağa kalkar ve elini kaldırır. Ancak tam tokadı atacakken vazgeçip yerine oturur. Üçüncü tokatı yiyince, şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam eder. Dördüncü ise, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmaz.
Bunun üzerine öğrenci durumu Mevlana Hazretleri’ne anlatır.
Mevlana Hazretleri şöyle buyurur; Birinci şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti. İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince tam iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi; “Sana kötülük yapana bile iyilik yap” Onun için döndü, oturdu.
Üçüncüsü marifet kapısına kadar gelmişti. İyinin ve kötünün tek Yaradan’dan geldiğini
bildiği için, Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye, merakından şöyle bir dönüp
baktı. Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve
aynı olduğunu bildiği için, dönüp bakmadı bile!”