Herkesin söylediği, yaptığı ancak anlamını bilmediği bir kelimedir. Aynı ismin tanımını yaparken varlıklara verilen addır dediğimiz gibi. Vizyon İngilizceden dilimize geçen vision kelimesinden türetilmiştir. Türk Dil Kurumuna göre; “görünüm, ülkü, sağgörü, sinema ve TV gösterim ve mecazi anlam taşıyan ileri görüş” olarak belirtilmiştir. Ancak buna öngörü denmesi daha doğrudur. Bazıları vardır öngörüsü yüksektir, bunu Kemal Sunal’ın “Atla Gel Şaban” filminde izlemiş hem gülmüş hem de eğlenmiştik. Öngörü kolayca kazanılamayacak kadar değerli bir bilgi, davranış ya da uygulamadır. Ancak bizler hemen her şeyde olduğu gibi bunu da kolayca harcayabilmekteyiz. Oysa yılların birikiminden ortaya çıkan, birçok olayın birleştirilmesi ile güçlendirilen geleceğe ait bilgilerin vücut bulmuş hali öyle kolayca harcanmayacak kadar değerli olmalıdır. Bu kelimeye takılıp kalmamızın nedeni öngörülerin yapay zekâ kullanılarak yapılıyor olmasıdır. Ayrıca bunun strateji ile birleştirilmesi ile de yüzyıllara etki eden sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Zaten tarihin içinde bir gezintiye çıkacak olursak, büyük imparatorlukların ya da devletlerin öngörüsü yüksek devlet adamları sayesinde ortaya çıktığını görürüz. Bu nedenle vizyon kadar vizyonsuzluk da gündemdeki yerini korumaktadır. Vizyonsuz devlet adamları, yöneticiler ya da kişiler günün şartlarına göre davranmakta, “yel Allah’ın kaval Allah’ın” misali yaşayıp gitmektedir. Günümüzde buna omurgasız da denilmektedir. Oysa insan tüm yaşamı boyunca belirli bir ideal, hedef ya da kendince ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda yaşamalıdır. İnsanın ana görevi de budur. Ancak toplumda büyük çoğunluk vizyonsuz olduğu için belirli bir strateji doğrultusunda iş yapmamaktadır. Bu durum toplumun hemen her kesiminde vardır. Şüphesiz bunların dışında öngörüsü yüksek insanların da bulunduğunu bilmek gerekir. Zaten belirli stratejiler, ki buna gelecekte olacak olaylara karşı gösterilen davranışsal tepki de denilmekte, bu tür kimseler tarafından oluşturulmaktadır. Ancak birçok kişi, kurum ya da işletmede strateji de bulunmamaktadır. Devlet bundan 10 sene önce kurumlarına gönderdiği bir emirle, kurumunuzun stratejisini belirleyin, buna göre kendi görevlerinizi (misyon) ve gelecek öngörünüzü (vizyon) yapın dedi. O günün şartlarında hemen her kurum, bugün internet sayfalarında da olan bir takım yazı ve öngörüleri belirleyip, yazdılar. Peki, bu yazdıklarına kendileri inandı ya da uydular mı? İşte ülkece en büyük sıkıntılardan birisi budur. Kişiler önce kendi yaptıklarına inanmamakta, ancak başkalarının uymasını beklemektedirler. Hatta bunu bir deyiş olarak “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” gibi bir de söz uydurmaktadırlar. Peki ne yapmalıyız? Can alıcı nokta burasıdır. Kişi, kurum ya da işletmeler fark etmez önce kendi yapabileceklerini, bu yaptıklarının kendilerine ne sağlayacağını tahmin etmeli, günü kurtaran iş ve eylemlerden ziyade gelecek için bir şeyler yapabilme derdine düşmelidirler. Bunun özellikle genç nesle bir ilke olarak benimsetilmesi sağlanmalıdır. Bu bakımdan eğitime, yöneticilerden başlamak üzere vizyon geliştirecek iş ve eylemler üretilmesi konusunda dersler verilmelidir. Böylece ilkesel duruş sergileneceği için marka ve imaj oluşacak, kişilerle beraber işletmelerde değer kazanacaktır. Örneğin; bir marka “güven kaybetmektense, para kaybetmeyi yeğlerim” gibi bir sloganı içselleştirebilmektedir. Bu bakımdan gelin önce kendi stratejimizi çizip, öngörümüzü yapalım, sonra da kurumumuz ya da işletmemizin stratejisi doğrultusunda vizyonunu oluşturalım. Ancak bu sayede markamız, değerimiz ve kalıcılığımız olur. Değilse bugün var yarın yok misali akar gideriz.