Günümüz yönetim sistemleri insanlara unvan verebiliyor ancak karakter veremiyor. Bir kimsenin karakteri de unvan aldığında ortaya çıkıyor. Bu bakımdan Şeyh Edebali damadı Osman beye birtakım öğütlerde bulunmuş, ona nasıl davranması gerektiğini söylemiştir. Hemen herkesin bildiği şekli ile Şeyh Edebali büyük devlet kurucusu Osman beye “ey oğul, bey oldun” ile başlayan öğüdünde, yakınmak sana ama şikâyet etmek bize düşer diyerek, yönetimde bulunanların şikâyet etmemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.
724 yıl önce söylenen o muhteşem öğütler günümüz yönetim sistemlerinin temelini oluşturmalıdır. Ancak sürekli değişen ve gelişen yasal düzenlemeler yönetimlerin ya da yöneticilerin serbest hareket etmesini engellemektedir. Aslında bu durum doğru kullanıldığında iyi ve doğru sonuçlar verirken, tersine işlediğinde bireyselciliği ön plana çıkarmaktadır. Daha önceleri en küçük davranışlarda bile hak sorgulanır, helal/haram durumu değerlendirilirdi. Örneğin; birisi cüzdanı düşürdüğünde tam ve eksiksiz biçimde geri verilirken, bugün bu durum ortadan kalktı.
Daha beteri ise bilerek ve isteyerek cüzdanın alınması durumu ortaya çıktı. Buna bir ceza ya da yaptırım uygulanmadığında ise adli bir vaka olarak kayıtlara geçmekte, sıradan bir istatistik meydana getirmektedir. Bu durum aslında toplumsal bir gerilemenin olduğunu da göstermektedir. Hep ayıplayarak baktığımız Amerikan hayat tarzı toplumun tüm katmanlarına yayılmış durumda. Yani oyunla, yalan/dolan işlerle çıkar sağlamak, ayıplamak öte dursun, adeta teşvik edilir oldu.
Elbette bunda Rahmetli Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” sözleri ile yapılan yıkımın etkilerinin olduğunu gözardı etmemek gerek. Toplumsal zehirlenme de diyebileceğimiz bu durum ne yazık ki Türk toplumunda geçer akçe oldu. Oysa daha düne kadar birbirini, eşini, dostunu, komşusunu koruyup kollayan toplum, bugün birbirini nasıl kandırabilirim hesapları yapıyor. Neden? Bunda toplumun sistemli ve sürekli biçimde sıkıştırılmasının etkileri vardır diye düşünüyorum.
Haberleri izliyoruz, hemen 3-5 haberden birisi kandırılmış masum insanların canının yandığını, can yakanların ise mahkemece serbest bırakıldığının haberi veriliyor. Buna eskiler, göz göre göre alışır derlerdi. Bugün etrafımızdaki sahtelikleri gördükçe bunların normal birer davranış olduğu algısı yaratılıyor.
Aslında bu tür haberlerin sansürlenerek verilmesi daha doğru olabilir. Doğrusu yalanın, çarpıtmanın ya da sahtekarlığın okullarda eğitim programlarına her düzeyde eklenmesi, diğer bir ifade ile etik anlayışın toplumun tüm katmanlarına enjekte edilmesi, düzelme için gereklidir. Ne yazık ki en büyük çarpıtma yasa ile uğraşan insanlar arasında görülmekte. Bir kelimenin anlamını farklı farklı yorumlamakta, çıkış yolları ile suçlu olanlara yardım etmektedirler.
Oysa herkes çok iyi biliyor ki yalanla, sahtekarlıkla ya da düzenbazlıkla elde edilen faydalar asla kalıcı olmaz. Yine eskiler derlerdi “hırsızlıkla büyünse fareler dağ gibi olur”. Öyleyse gerçek doğrulukla ve dürüstçe çalışmaktan geçer. Buna uygun davranış biçimlerinin örnek alınması, teşvik edilmesi gerekir.
Diğer yandan yalanın masumu da olmaz. Bu nedenle ünlü düşünür Montaigne “hırsızlığın çalınan şeye göre çirkinliği değişmez” diyerek, yalan yalandır der. Bu bakımdan insanlara verilen unvanlar aslında dürüstlük çerçevesinde davranıp/davranmamasına da bir ölçüdür diyebiliriz. Kişiye verilecek unvanlar ve yetkiler kişiliğin ölçülmesi açısından önemlidir.