Hemen her seçim döneminde ülkede her şey unutulur varsa yoksa benim, beni seçin havası oluşur. Bu dönemler her ülkede sorun yaratır. Oysa seçim bir yöneliştir, asıl olan devlet sisteminin işlemesidir. Devletin sistemi ise devlet adına iş yapan, işleri kanun ve yönetmelikler çerçevesinde yürüten memur ve işçilerin sırtındadır. Bu kimseler herhangi bir grup, parti ya da seçim işlerine dahil olmadıklarından “giden ağam, gelen ağam” misali işleri kanunlar çerçevesinde yaparlar. Ancak seçim dönemlerinde belirsizlikler fazla olduğundan verilecek kararlar asla stratejik olmaz. Sıradan, rutin kararlar verilir. Oysa dünya dönüyor ve ülkemiz dünyaya entegre yapısı ile dünyadan ayrı bir konumda düşünülemez. Bu durumda dünyadaki gelişmeler, anlık değişmeler ve stratejik konular beklemez. Eskiden seçim dönemine girildiğinde bakanların yerine herhangi bir yerle bağlantısı olmayan kişiler görevi devralır sistemin işleyişi durmazdı. Şimdiki durumu bilmiyorum ama herhalde aynı şekilde bakanların yerine etkin ve yetkin kimseler devlet işlerini yapmak üzere görevlendiriliyorlardır. Ancak iyi bildiğim bir konu böyle dönemlerin sisli günler olduğu ve bu dönemlerde birtakım kritik kararların gözden kaçırılabileceğidir. Seçimler öncesinde 3 ay, sonrasında da 3 ay olmak üzere bir 6 ay kaçırılmaktadır. Bugüne kadar izlenen seçimlerin zamanında yapılması uygulaması bu seçim döneminde yapılmamış, 1 ay erkene çekilen seçimin ülkede sisli günler yaşanmamasına çalışılmıştır. Şüphesiz bunda belirsizlik ortamının daha kısa sürede giderilmesi isteği ön plana çıkmıştır. Bu seçim döneminde diğerlerinden farklı olarak bir şey daha vardır. Kısa süre öncesinde yaşanan deprem gerçekten de asrın felaketine dönüşmüş, binlerce insan enkazda kalarak can vermiştir. Devletin işleyişinin bu bakımdan önemi büyüktür. Seçim atmosferinde hiç kimse enkazda kalan ya da güçlükle kurtulan kimsenin duygu, düşünce ve fikrini anlamak istememektedir. Zira o insanın duyguları gerçek, seçimler ise biraz hayal biraz da çıkar ilişkisidir. Bu bakımdan oldum olası sisli havaları sevmem. Sisli zamanlar bana içinden kurt çıkan masalları hatırlatır. Sisin içinden kurt mu çıkar, yoksa başka bir şey mi bilemiyorum ancak dünyada meydana gelen çok kritik gelişmelere zamanında etkin ve gerekli cevap verilip / verilememesinden endişe duymaktayım. Son 6 ay içinde 3 farklı ülkede enaz birer hafta olmak üzere bulundum. Hemen hepsinde gördüğüm, Türkiye’nin ciddi ilerleme kaydettiği ve doğudaki birçok ülkeden daha ileri durumda olduğudur. Bu ilerleme üretim bakımından çok iyi düzeyde iken bunun ekonomik değere dönüştürülmesinde ciddi sıkıntılar çekildiği yine aynı seyahatlerimde gördüğüm sorunlardır. Örneğin; Türkiye peynir çeşitliliği bakımından Dünyada 3.sırada bulunurken, bunun ekonomik değere dönüştürülmesinde ne yazık ki çok gerilerde yer almaktadır. Bunun nedeni ne olabilir? Açıkçası tarım ürünleri pazarlaması konusunda kendisini geliştirmeye çalışan birisi olarak sorunun cevabının hem basit ve kolay hem de zor olduğunu biliyorum. Sorunun cevabı basit, üretim yapıyorsunuz ama yaptığınız üretimi tüketmek istiyorsunuz. Ya da üretim yapıyor ancak ürettiğinizi tüketme yerine satıyorsunuz ikilemi arasında gidip geliyorum. Eskiler derlerdi “bakkal çarığını, çürüğünü yer” diye. Acaba öyle midir? Ürettiğimiz en kaliteli ürünler sırf daha fazla döviz gelecek diye satılıyor mu, yoksa tüketime mi sunuluyor. Daha yalın biçimde sormak gerekirse döviz elde edilecek diye hangi tavizler veriliyor. Aldığın ya da sattığın ürün bunun için önemli oluyor. Eğer hemen her türlü ürünü üretebilen ancak bunun değerlendirmesini yapamayacak durumda iseniz, alım ve satım arasında doğan fiyat ülkenizin aleyhine işler. Bu durumda sistem sizi oyunda tutmaz ve kaybedersiniz. İşte bu bakımdan bir an önce seçimlerin sağlık içinde yapılmasını, sisli havanın dağılması için istiyorum. Zira sisli havalarda her türlü spekülasyon mümkün…