Önce kime bakacağız

Mithat Direk

Eskiden çok eskiden insanlar haberleşmek için çeşitli araçlar geliştirmişler ancak bunların içinde pek azının kalıcılığı olmuş.

Geçmişte insanlar yazı yerine sözle ya da kulaktan kulağa haberleşiyorlarmış. Kulaktan kulağa haberleşmede sözler, imalar ya da ilaveler ile küçücük bir haber bile devasa boyutlara ulaşırmış. Bunun adına da söylenti denirmiş.

Daha sonra insanlar yazıyı keşfetmiş, harfler, rakamlar ve işaretler ile birbirlerine mesaj vermeye, haberleşmeye başlamışlar.

İnsanlar birtakım bilgileri taşlara mağara duvarlarına yazmasa orada ne olup bittiğini anlamış olamazdık.

Bu nedenle yazım çok önemli ve değerlidir. Burada yazının anlamı okuyanın ferasetine biraz da hayal gücüne bağlı olarak değişmiş, gelişmiş ve küçük anlam kaymaları meydana gelebilmiştir. Ancak ortada bir gerçek vardır. Hemen herkesçe anlaşılabilecek kelimeler, sözler ve rakamlar gerçektir. Daha doğrusu aynı kelimenin farklı anlamları olsa da hemen herkesçe anlaşılabilecek anlamı vardır ve bunun farklı anlaşılabilmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan son 25 yıldır hızla gelişen internet teknolojisi yazıyı sembollere ve hızla yayılan kopyalara hapsetmiştir. Bir kelime kopyalanarak yüzlerce farklı şekle dönüştürülebilmektedir. Bunda gelişen teknolojinin büyük payı vardır elbette. Ancak yazının ve anlam yükleyen yazanın teknolojiyi doğru kullanması kelimeleri yerinde kullanmasının gerekliliği eskisinden çok daha fazladır. Aksi durumda yanlış mesajların yüzlerce kopyaya ulaşarak yanlış olarak alıcılara ulaştırılması mümkündür.

Diğer taraftan gelişen sosyal medya hemen herkesi mesaj oluşturan bireyler haline getirmiştir. Böylece “bence” denmeden ve kendi fikri, düşüncesi, eylemi bile olmadan başkalarına ait mesajların kontrolsüz biçimde yaygınlaşması, eskinin kulaktan kulağa yayılan mesajları gibi yayılmasına ve söylentilere neden olmaktadır.

Eskiden kulaktan kulağa olan mesajlar kötü niyetli değilse biraz ilavelerle çok da kötü sonuçlara neden olmuyordu. Çocukken rahmetli ninemden sık sık dinlediğim masallar ya da hikayeler aksiliklerle ve sorunlarla başlar ancak mutlaka mutlulukla sona ererdi. Bu insanlara hayal kurma, hayali başarıya ulaştırma yetkinliği kazandırırdı. Böylece olumsuzluk değil, olumlu düşünce, yardımlaşma, fedakârlık etme, paylaşma gibi insani değerler gelişirdi.

Günümüz sosyal medya uygulamaları ise öncelikle bencilliği, başkalarının hayatlarını gözetlemeyi, fikir, düşünce ve eylemlerini kopyalamayı, kıskançlığı giderek artan oranlarda alıcılara iletmeye başladı. Bu durumda insanlar mümkün olduğunca başkalarına bakar oldu. Oysa insanın başkalarından daha çok kendisine bakması gerekmez mi? Ancak günümüz dünyası özellikle sosyal medya platformları insana müthiş bir ego yüklüyor. Normal zamanlarda yüzüne karşı söyleyemeyeceği sözleri rahatlıkla hemen herkesin görebileceği şekilde söylenmesine fırsat veriyor. Hal böyle olunca da önce kendine bakması gerektiğini unutup, herkesin ne yaptığını gözler duruma geliyor.

Başkalarının ne yaptığını, yanlışını, doğrusunu takip edeceğine aslında kendisine bakıp, kendisini değiştirmesi doğruyu / yanlışı görmesi ve buna uygun davranmasının toplumun değiştirilmesi anlamına geldiğini bilmiyor.

Toplum bireylerden oluşur, kişiler nasılsa toplum da aynıdır. Toplumdaki kötülüklerin, haksızlıkların ve yolsuzlukların sorumlusu olarak sadece yöneticileri ve aydınları görmek de yanlıştır. Kötü gidişattan herkes sorumludur. Zira bunda genel olarak herkesin az ya da çok payı vardır. İyileşmenin ve düzelmenin şerefi hem yönetenlere hem de yönetilenlere aittir. Zira toplum yöneteni ve yönetileni ile bir bütündür.

Bununla ilgili olarak Kuran Kerim’de “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11) ayetinin yol gösterici olduğunu bilmek yeterlidir. Bu bakımdan başkalarına bakmadan önce kendimize bakmak en doğru yoldur.