Mithat Direk
İnsan gelişiminin en önemli aşamasını öğrenim hayatı oluşturur. Hemen herkes okula gittiği ilk gün ağlamıştır. Neden? O yaştaki bir çocuğun ailesinden ilk ayrılışıdır. Burası sürekli göz önünde olan anne – baba ve kardeşler, yakın akrabalar dışında hiç bilmediği, görmediği kişilerle karşılaşma zamanıdır. Eskiye göre şimdiki çocuklar daha şanslılar. En azından televizyon, sosyal medya ya da ekran öğrenimi gibi bir mecra var. Çocuklar anne babadan önce ekran ile karşılaşıyorlar. Ekran onlara ne veriyor? Sürekli değişen, farklılaşan ve renkli bir dünya veriyor. Bu dünya çocukların vazgeçemediği bir öğrenim mecrasına dönüşüyor. İlgi çekici cıngıllarla süslenmiş, renkli, sürekli değişen ekran sadece çocukların mı, evdeki kedilerin bile vazgeçemediği bir ekrana dönüşüyor. Diğer taraftan rutin, değişmeyen ve kuralları olan okul çocuklar için sıkıcı, anlaşılmaz ve sevimsiz bir şekle dönüşüyor. Buna bir de mesleğine uygun olmayan, sırf birilerinin istek ya da önerisi ile desteklenen öğretmenlik eklenince, çocuğun okula gitme isteği kırılıyor. Bu durumda olan yüzlerce okul, sınıf ya da öğrenci bulunmakta. Bunun sonucu olarak, okuldan mezun olmuş ancak 4 işlem yapamayan, eğitim almış ancak eğitimin gereğini yapmayan, asi ruhlu bireyler meydana geliyor. Okulda geçirilen süre bakımından OECD ülkeleri içinde zirvede iken öğrenilen bilgilerin uygulanması konusunda sonucu sırada mezunlar meydana geliyor. Bundan önce liselere geçiş sınavı bağlamında bir sınav vardı ve bu sınavla öğrenciler Fen ve Anadolu liselerine gitmek üzere hazırlanıyorlardı. Hazırlanmayanlar ise bir meslek seçerek mesleğe yöneliyordu. Liseleri mecburi tutup, kalite sıralamasını da birbirine benzetince ortaya sınava girse bile çok da önemli olmayan bir sonuç ortaya çıktı. Sınırsız bir üniversite seçeneği ile de bir net soru yapan birisinin bile herhangi bir bölüme kayıt yaptıracağı seçenek ortaya çıktı. Böylece 25 yaşına kadar öğrenim gören ancak ne öğrenimi gördüğünü kendisi bile bilmeyen mezunlar ordusu ortaya meydana geldi. Bugün herhangi bir üniversite bölümünden mezun onlarca birey var. Ne yapacak bu mezunlar? Yeri geldiğinde ben üniversite mezunuyum diyebiliyor. Sıradan öğrenim görmeden de yapılabilen meslekleri yapmaktan kaçınıyor. En büyük işveren olan devletin kendisine iş vermesini istiyor. Aslında devlet iş de veriyor. Ancak bir süre sonra ben bu işi yapamam diyor.
Yıllar önce fakültede bir memurumuz vardı. Ben daktilo yazarım, başka bir şey yazmam derdi. Yazmadı da. Üstelik bilgisayar işletmeni kadrosuna atandı ancak emekli oluncaya kadar da bilgisayarın tuşuna dokunmadı. Ben bilmem, daktilo ile yazılacak varsa getir yazayım derdi ama asla bilgisayarda işlem yapmadı. Şimdi durum farklı mı, değil. Kim bilir ne büyük çabalarla devletin bir kurumuna atanıyor. Atanma sürecinde sağlam raporu alıyor, işe başlıyor daha birinci günden başlıyor, nasıl iş yapmam konusuna. Sonra da yeniden aynı hastaneden bu kez iş yapamaz raporu alıyor. Orada bulunan kurum amiri de iş yaptıramıyor. Dolayısıyla bir iş için birden fazla eleman istihdam edilmek zorunda kalınıyor. Herhangi bir devlet kurumunda bunlardan onlarca var.
Sonuçta durmadan eğitim-öğretim verilmesi, gençleri 25 yaşından önce çalışma çağına ulaştıramıyor. Kimse kusura bakmasın ama “ağaç yaşken eğilir” demiş atalarımız, bu yaştan sonra gençleri iş disiplini içine çekmek pek de mümkün olmuyor. Kaldı ki bir de ekran var. Ekranda sürekli kaynağı belirsiz, sınırsız paralardan dem vurulunca, çalışmak enayilik boyutuna indirgeniyor. İşte olayın trajik tarafı da budur. Şu kadar genç okula başlıyor. Çok güzel de bunların gelecekte çalışma disiplinine kavuşması nasıl sağlanacak? Sanırım bu konu hep ihmal ediliyor. Aile kaynakları varsa sorun bir nebze çözülüyor. Aile kaynakları yok ya da sınırlı ise ciddi sorun meydana geliyor. Peki ne olmalı diye sorduğunuzu düşünüyorum. Zorunlu eğitim öğretim 12 yıl olmamalı. İngiltere de 8 yıl olan temel eğitim-öğretim neden Türkiye’de 12 yıl? Herkes üniversite öğrenimi görecek diye bir kural da yok. Ancak bazı işlere üniversite mezunu olma şartı getirilmeli. Örneğin; müteahhit olabilmenin ön koşulunda üniversite, hatta inşaat mühendisi ya da mimar olma şartı olmalı. Fırın işleten birinin gıda mühendisi kontrolünde üretim yapması sağlanmalı. Diyebilirsiniz ki bunlar var ama uygulanmıyor. O zaman da yasaların uygulanması sağlanmalı ki hem üretim hem de tüketim düzgün olsun…