Meslekler

Mithat Direk

Barış Manço’nun bir şarkısı var, “Hemşerim memleket nire?” diye. Şarkının melodisinden çok sözleri çok daha anlamlı. Sözleri şu şekilde “Kendimi bildim bileli yollarda tükettim koskoca bir ömrü, Bir uçtan bir uca gezdim su fani dünyayı, Okumuşu cahili yoksulu zengini hiç farkı yok hepsi aynı, Sonunda ben de anladım Hanyayı Konyayı, Sanki insanlık pazara çıkmış ekmek aslanın ağzında, Bir sıcak çorba içermisin diyen yok, Dört duvarı ören çatısını kapatıp içeriden kitlemiş kapıyı, Bir döşekte sana serelim buyur diyen yok. Tek bir soru, Hemşerim memleket nire, Bu dünya benim memleket, Hayır anlamadın hemşerim esas memleket nire, Bu dünya benim memleket, … şeklinde devam ediyor. Buna benzer bir soruyu da ben sormak istiyorum. Mesleğin ne? diye. O kadar çok, karman çorman meslekler ya da boş işler türedi ki insan bundan meslek olur mu demeden edemiyor. TV’lerde gösterilen bir röportajda bir genç mesleğinin “profesyonel dilencilik” olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Ancak gördüm ki meslek önemli. Hatırladığım kadarıyla bir köyde profesyonel yalancı şahitlik yapanlar vardı. Her ne kadar yalancı şahitliğin ciddi anlamda cezası olsa da bu işi gelir getirici bir meslek olarak yapan ve düşünen birilerinin olması düşündürücü. Bu nedenle meslek kişiyi/kişileri tanımak ve anlamak bakımından önemli oluyor. Yılda bir kez olmak üzere geçen günlerde üniversite sınavları yapıldı. Sınava giren gençler üniversitelerde bir bölüm okumak istiyor. Peki ama hangi bölüm, ya da bölümün kazandırdığı bir meslek var mı? Yoksa bölüm önemli değil, bu bölüm kişiye bir meslek kazandırmıyor mu? Esas bakılacak ve üzerinde durulacak konu bu olmalıdır. Herhangi bir yeteneği olmayan ancak yeri geldiğinde ben de bu meslektenim diyecek çok mezun kişi var. Gel gör ki üniversiteler diploma dağıtmak için her türlü fedakarlığı yapıyor ancak meslek öğretemiyor. Öğrenciye/mezuna mesleği ile ilgili kazanç sağlayıcı ip uçları veriliyor ancak pek azı gerçek hayatta faaliyette bulunuyor. Bu nedenle üniversiteler bolca mezun veriyor, hatta giren kişilerin sistemden atılması da olmadığından eninde sonunda mezun olarak o bölümün elemanları arasına katılıyor. Haliyle rastgele seçilen bölümden lisans diploması alınıyor. Ancak diploma iş yapmadığı için kişi sistemin çürük elması oluyor. Yararlanıcılar ise o çürük elmaya bakarak, diğer tüm elmaları kötüleyebiliyor. Sıklıkla sorduğum bir soru, arabayı şoför mü yoksa ehliyet mi kullanır? Şüphesiz ehliyet gereklidir, ancak ehliyetin olması arabayı kullanmak için tam olarak yetmeyebilir. Meslekler bu bakımdan önemlidir. Meslek için diploma, sertifika ya da ustalık belgesi elbette gereklidir ancak mesleği yapabilmenin yolu bunlara sahip olmak değil, mesleği hakkıyla yapabilmektir. Ne yazık ki bu konuda yeterli pratik eğitim verilemediğinden işler teorik olarak geçiştirilmektedir. İşte sıkıntı tam da burada meydana gelmektedir. Eskiden öğretimin içinde pratik dersler bulunur, uygulamayı başaramayan teorik sınavlara giremez, dolayısıyla mezun olamazdı. Ancak her şeyin teori ile çözülebileceği algısı, uygulamaların gereksizliğini ortaya çıkardı. Haliyle uygulamalar ya kaldırıldı ya da işlevsizleştirildi. Adı var, kendisi yok bir yığın uygulama ne yazık ki sadece kâğıt üzerinde kaldı. Bunun sonucu bilen ama yapamayan mezunların ortaya çıkmasına neden oldu. Dolayısıyla ehliyeti var ancak araba kullanamayan mezunlar, sepetteki çürük elmaların meydana gelmesine neden oldu. Her yer su tesisatçısı ancak sıklıkla arızalanan tesisatlar, çözülemeyen sistemler. Örneğin plastik pencere sektörü çok iyi olmasına karşılık, 30 yıldır çok daha fazla sistem geliştirmek mümkünken, sadece pencerelerin dik ve yan açılmasını sağlayabilen uygulama geliştirebildi. Neden? Yukarıda saydığım, ehliyet ile şoförlüğü birleştirebilen öğretim gerçekleştirilemediği için. Oysa Bologna Sürecinde üniversiteler ciddi anlamda çalışmalar yaptı. Ancak uygulamaların içi doldurulamayınca yetersiz teori kendine has boşluklar bularak, uygulamasız mezunlar verdi. Peki, ne yapalım? Aslında hemen herkes durumun farkında ancak kimse risk almak istemiyor. Bir ders varsa, onun mutlak surette uygulaması da olmalıdır. Teorik temelleri olmayan uygulamalar da geçici çözümler üretiyor. Bu nedenle ilk öğretimden başlayarak, son öğretime kadar her dersin mutlak surette teorisi ve uygulaması birlikte gösterilmelidir. Değilse sistem asla düzelmez, böyle gelmiş, böyle gider.