Ekonomide ihtiyaçların giderilmesinde kullanılan her şeye mal denir. Mallar insanın ihtiyaçlarını gidermek için temel çözüm materyalleridir. Burada reklamı yapılan ancak ihtiyaçları gidermede vitrine konan materyallere de meta denir. Bu bakımdan ekonomi hocamız bize bazen derste kolay kavrayabilme açısından “sen mal mısın, meta mısın” şeklinde soru sorar, bizlerde şaşırır kalırdık. Normalde bir insanın “ızdırap duyduğu, sıkıntısını çektiği, bunun karşılanmasından da memnun olduğu ne varsa” hepsi ihtiyaçtır. Şimdi burada durup düşündüğünüzde uzaya gitmek ya da deniz kenarında oturmak, “selfie” çekip birilerini kıskandırmak da ihtiyaç mıdır, diye düşünebilirsiniz. Evet, bunların hepsi ihtiyaçtır. Dolayısıyla israf etme, sana ne benim malın çöpe de atarım ifadesi de ihtiyacın bir başka türüdür. Aslına bakılırsa insan 2 ayrı parçadan oluşur. Birisi fiziksel varlığı olan vücudu, diğeri ise fiziksel varlığın içinde olan ancak görülemeyen ruhsal parçasıdır. Burada ruhsal parçanın ne olduğu bilinmediğinden bunun doyurulması için gerekli olan materyaller de bilinmemektedir. Daha doğrusu hemen her bireyin ruhsal yapısı parmak izi gibi farklı farklı olduğundan herkesçe değişen bir ihtiyaç durumu vardır. İnsanın fiziksel parçası olan vücudunu doyurması kolaydır. Onun istekleri karşılandığında doyuma ulaşır, fazlasında da mutsuzluğa dönüşeceğinden ihtiyaç olmaktan çıkar. İşte bu nedenle, bütün mesele ruhsal doyumun nasıl sağlanması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır. Aslında ihtiyaçların da bu bakımdan doyumsuz olduğu ve sınırlarının bulunmadığı söylenir. Öyle ya madem göremediğimiz ruhun sonsuz ve sınırsız ihtiyaçları var, o zaman fiziksel varlığı olan vücudu ile bunu nasıl yapacak? Burada din ve ahlak devreye girmekte, insanın sonsuz ve sınırsız olan ruhsal doyumsuzluğunu sınırlamaktadır. Ancak ne zaman ki kapitalist dünya insanın bu yapısını keşfetti, işte o zaman ihtiyaçların sınırı da ortadan kalkmıştır. Günümüzde insanın düşünce hızında ortaya çıkan ihtiyaçlar dizininin tatmini mümkün değildir. Bu nedenle günümüz insanlarının mutlu olması, fiziksel ihtiyaçlarının tatmin edildiği noktada mümkün olmamaktadır. Giderek gelişen ve değişen dünyada tanınmış bir kişi bile olsa yine de mutlu olamamaktadır. Nitekim dünyada mutluluk indeksi hesaplamasına göre kişi başına geliri yüksek olan ülkelerin değil, belki de fakir sayılabilecek olan ülkelerin ilk sıralarda olmasının nedeni budur. Seçenekler arttıkça insanın mutluluğu değil mutsuzluğu artmaktadır. Öyleyse seçeneklerin sınırsız olması değil, sınırlı olması doğrudur. Mutlu olmanın herkes için iyi olduğu ve insan mutluluğunu geliştirmenin sürdürülebilir bir gelecek yaratmakla çelişmemesi gerektiğine inanılır. Daha mutlu bir gezegen için çalışmakta herkese düşen bir rol vardır. Bu nedenle önceliği birilerine kazanç sağlamak için değil, kendi mutluluğu için yaşayan kimseler yaşamdan keyf almaktadır. Birilerini kandırmak, çok para elde etmek, haksız biçimde kazanç elde etmek insana mutluluk vermez. Bilakis vermek, varlığının farkına varmak, kişinin ruhsal boyutunu doyurmak, ki bu sanat ile olur, insanı daha mutlu eder. Bu nedenle önceliği daha fazlaya değil, mutluluğa endekslemek doğru olacak diye düşünüyorum. Aksi durumda kendimiz için değil, başkaları için yaşanmış olur, böylece hayatın ritmini kaçırırız. Oysa her anın kendine göre bir keyif durumu olduğu gibi her üzüntünün de kalıcılığı yoktur. Her şey gelip, geçicidir. Bunun farkında olmak yaşamın güzelliği için gereklidir. Pablo Neruda, ağır ölüm şiirinde bu konuyu anlatmış “Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.” dizeleriyle ders vermiştir. Şüphesiz ağır ağır ölmemek için mutluluk odaklı çalışmak, hayatın renklerini görmek gerekir.