Lokomotif nedir?

Mithat Direk

Bilindiği gibi tren katarlarının başında bir lokomotif olur, arkasına da vagonlar sıralanır, hep birlikte kıvrıla kıvrıla giderler. Bu durum tren katarlarının bütüncül bir görselidir. Böyle birlikte güzeller. Birgün vagonlar bu katarın en gözdesi biziz, lokomotife sen de ne oluyorsun derler. Lokomotif de vagonlara ben olmasan siz bir hiçsiniz der. Bu inatlaşma sonrasında vagonlar ile lokomotif birbirlerinden ayrılırlar. Hem lokomotif hem de vagonlar ayrı ayrı ilerlemeye devam ederler. Ancak bir süre sonra vagonlar yavaşlamaya başlar. Aralarında büyük farklılıklar oluşur ve katarın o kıvrım kıvrım giden güzelliği kaybolur. Bir ülkedeki lokomotif, felsefe, bilim ve sanattır. Bunlar ülkenin ilerlemesine katkı sunan en önemli unsurlardır. Ülkenin kalkınmasını sağlayan bunlardır. Bu nedenle felsefe, bilim ve sanatın değeri bilinmezse ülkeyi terk eder. Bunların terk etmesi ülkenin gelişmesini, kalınmasını bir süre sağlasa da kalıcı olmaz. Bakın gelişmiş ülkelere gelişmelerinin temelinde bilimin üstünlüğü, sanatın kalıcılığı ve en önemlisi felsefi düşünce akımının varlığı ön plandadır. Batıda Avicenna olarak bilinen İbn-i Sina (d: 980, ö: 1037), İslam’ın Altın Çağı’nın en etkili düşünürlerinden biridir ve "Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder" sözü ile bu durumu açık biçimde ortaya koymuştur. Gerçek gelişmenin ve kalkınmanın değeri sanata, bilime en önemlisi kültüre verilen değerle ölçülür. Bu durum felsefi bir düşünce yapısının varlığını işaret eder. Günlük kazançlar değil, uzun vadeli kazançların olmasına katkı sunar. Biz İbn-i Sina’yı bir hekim olarak tanısak da felsefi düşünceleri birçok Avrupalı ​​akademisyeni etkilemiştir. Bu da kendisinin, şimdiye kadar yaşamış en önemli bilim insanlarından birisi olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Aslına bakılacak olursa felsefi derinliği olmayan bilimin etkili olması, kalıcı çözümler üretmesi de düşünülemez. Bu açıdan bakıldığında neden onca araştırma yapılıyor ama etkisi yok kavramının doğruluğu ortaya çıkıyor. Öyle ya girin YÖK tez merkezine ya da TÜBİTAK sitesine yapılan araştırmaların devasa sayısını görürsünüz. Ancak bunların felsefi bakış açısı olmadığı için etkisinin toplumsal gelişmeye doğrudan katkı sunmadığı da açıktır. Oysa bir araştırmanın sonuçlarının bir soruna çözüm üretmek olduğunu hepimiz gayet açık biçimde biliyoruz. Öyleyse neden etkili olup da topluma katkı sunamıyor. Cevabı açık aslında, zira yapılan araştırmaya onu yapanlar bile inanmıyor, belki de. Değilse aynı konu üzerine farklı lokasyonlarda tekrar tekrar yapılması gerekmez. Bu durumda bir soru aklımıza takılıyor. Bilim, bilim için mi yoksa halk için mi yapılıyor? Eğer sırf birilerinin kişisel düşüncelerini tasdik etme, bak ben haklıymışım konusunu ispat için yapılıyor ise bu durumda yapılan işlerin bir anlamı bulunmamaktadır. Bilimin toplumun daha iyiye gitmesini sağlamak amacıyla yapılması gerekir. Aynı şekilde sanatın da meşhur olmanın ötesinde, toplumu ilerletmek amacıyla yapılması gerekir. Oyda çok iyi biliyoruz ki sırf daha çok para kazanmak adına müzikte arabesk diye bir alan ortaya çıktı. Bunun ajitasyon dışında topluma bir katkısı var mıdır, bilmiyorum. Aynı şekilde sporun da benzer şekilde toplumun tümünü içine alacak şekilde yapılması gerekir. Zira spor dalı da bir nevi sanattır. Bunlar popülist olarak düşünülür ya da kazanç kapısı olarak görülürse topluma fayda sağlayan değil, kişisel çıkarlar sağlayan bir boyuta dönüşür. Bu durum gelişmenin ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Bakınız büyük mimarlar, sanatçılar, müzik yapan, sporun doruğuna ulaşan insanların hemen hepsinde felsefi bir düşün etkisi vardır. Bunun içinde kavga yoktur. Daha iyiye ulaşabilme dürtüsü vardır. Yani felsefi bakışın, düşünsel yapının gelişmesi toplumun da gelişmesine katkı sunan bir durumdur. Ancak görülüyor ki popülist yaklaşımlar, derin düşüncelerin, gelişmelerin en büyük en engelleyici kısmını oluşturuyor. Toplumun gelişmesi isteniyor ise öncelikle düşünce yapısının günübirlik kavramlar yerine kalıcı kavramlar üzerine olması gerekir.