Padişah bir gün, “Bana yalan söyleyebilene bir kese altın vereceğim!” demiş. Yalancılar hemen saraya koşup, başlamışlar yalan söylemeye; birisi “Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü” demiş. Padişah “Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, aslan da kuzu kadar minik bir yavru aslan elbette kaptı mı götürür tabii!..” Bir diğer yalancı; “Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..” demiş. Padişah bunun neresi yalan “Ülkenin kralı, pencereden bakarken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altında duran eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral da odur tabii!..” Başka birisi; “Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!” Padişah “Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, ok da takılacak yer bulamayıp yere inmiştir” demiş. Böylece padişah, her yalana bir bahane bulur ve kimse padişaha bu yalandır dedirtemez. Ancak bir gün bir adam gelir; “Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi o altınları geri almaya geldim.Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!” demiş. Mantıkta buna ikilem deniliyor. Öncüller değişse de sonucun değişmediği durumlarda kullanılır. Her iki durumda da doğru davranılamayacak iki olanak karşısında kalıp, kişiyi, istemediği halde, bunlardan birisini yapmaya zorlayan durum. Bunun en güzel örneğini tarihte Fatih Sultan Mehmet Han vermiştir. Babası Murat Hanının sağlığında padişah olan sultan haçlıların devlete saldırıları karşısında babasını göreve “Ben padişah isem emrediyorum, ordunun başına geç, yok eğer sen padişah isen gel orduyun başına geç” diyerek, her durumda da babasını göreve davet etmiştir. Günümüzde de sıklıkla kullanılan bu durum satrançta açmaz olarak oyuncuyu zorlayıcı hamlelere mecbur tutmaktadır. Hayatın hemen her alanında sıklıkla karşılaştığımız bu durum, eskiden masal anlatılırken kötü insanlara masalın sonunda çarptırılacakları cezanın kırk katır mı kırk satır mı? şeklinde tanımlanmasında da kullanılmaktadır. İçinde yaşadığımız dünyada ekonomik sistem öyle bir hal aldı ki durum aynı bu şekilde bir sarmala dönüştü. Virüs etkisi ile hemen her ülke sınırsız ve kontrolsüz para basımı yaptı. Bu para karşılığı olan mal değerinin üzerinde olduğundan enflasyon olarak geri döndü. Dolayısıyla enflasyon ister sebep olsun ister sonuç olsun, her iki durumda da fakiri daha fakir zengini daha zengin yapmaya devam ediyor. Parası olan kaybediyor, olmayan da kaybediyor. Üretimi, üretim gücü olan ise ayakta kalmaya devam ediyor. Bu nedenle enflasyon dönemlerinde varlıklara sahip olmak, enflasyonun yıkıcı ve yıpratıcı etkisinden kurtulmak için en başta gelen mücadele yöntemlerinden birisidir. Mücadele eldeki varlıkların satılması ile olmamalı, bilakis onları daha fazla elde tutmak ile olmalıdır. Bugün kontrolsüz ve dengesiz bir paranın serseri mayın gibi dolaşması hem enflasyona neden olmakta hem de nereye gittiği belli olmayan bir hal almaktadır. Kısa süreliğine döviz korumalı mevduat ile bu sabit tutulmakla birlikte, daha da büyüyerek geri dönmesi kaçınılmazdır. Öyleyse ilk ve en başta yapılması gereken üretim gücünün artırılması olmalıdır.