Satın alma faaliyeti, ihtiyaç duyulan bir mal ya da hizmetin bunu sunan tarafından ihtiyaç duyanın eline geçmesine denir. Yani satan ile alan arasındaki takastır. Birisi mal ya da hizmeti verir diğeri de bunun karşılığı olan değerli bir şey, buna PARA diyoruz, verir. Günümüzde bu durum ihtiyacın ötesine geçerek isteklilik boyutuna ulaşmıştır. Aslında hiçbir şeye ihtiyaç duymayan birisi bile sokakta gezerken bir yerde oturup çay içmeyi, fotoğraf çekmeyi, birisi ile konuşmayı istiyor. Bu durum, ihtiyaç mı / istek mi sorusunu gündeme getiriyor. İnsanın normal olarak yaşamını devam ettirebilmesi için nefes almaya, su içmeye ve yemek yemeye ihtiyacı vardır. Buna temel (zaruri) ihtiyaçlar denir. Bunun dışında yaşamdan beklentisine göre değişen oranda daha birçok mala ihtiyaç duyar. Zira insan tembeldir, tembelliğinden dolayı da her şeyin ayağına gelmesini, kendisinin değil başkasının çalışmasını ister. Oysa hayatın içinde insan dışındaki diğer canlı topluluklarında her bir birey çalışmakta, hayatta kalmak için kendi topluluğundan da destek alarak hayatta kalmaya çalışmaktadır. Çünkü canlılığın temeli hayatta kalmaktır.
Günümüz dünyasında kapitalist sistem tıpkı insan organizması gibi sürekli büyümeyi teşvik etmekte, büyümeyi hayatta kalmadan daha üstün görmektedir. Bu durumda sistem kendi içinde hayatta kalabilmek için hem üretmeyi hem de bunun sürekli tüketmeyi teşvik etmektedir. Hal böyle olunca canlılara sürekli yeni alternatifler sunmayı ve onları bunun tuzağına çekerek tükettirmeyi hedeflemektedir. Oysa mutluluk sürekli tüketmekte değildir. Tüketme dışında da insan yaşamının bir gayesi olmalıdır. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesindeki ihtiyaç olan insanın kendisini bilmesidir. Buna insanı kâmil düzeyi denilmektedir. Nerede ise tüm dini kitaplar bunu söylemektedir. Zaten dinin çıkış noktasında da bu vardır. Nedir insanı kâmil düzeyi? İnsan-ı kâmil, ilahiyatta insanın ulaşabileceği en üst noktayı tanımlar. Tasavvuf düşüncesinde geniş bir anlam taşır. Allah, insan, bilgi ve varlık dörtlüsü arasında bir bağlantı kurar. İslam teolojisinde peygamberimiz Hz. Muhammed'i tanımlamak için de kullanılır. İnsanın yaratılmış varlıklar arasında mükemmelliğe sahip olduğu ve en mükemmelin de peygamber olduğu kabulü olarak kullanılır. Peki buna ulaşmanın yolu sürekli tüketimden mi geçmektedir? Elbette ki hayır. Zira tüketimin sınırı olmadığı gibi isteklerin de sınırı yoktur. Mevcut sistem bunu bildiği için insanı kışkırtmakta onun zayıf noktalarını görerek kendine çekmektedir. Böylece sınırsız bir kısır döngüye girilmekte, isteklendirilerek sürekli tüketime, oradan da büyümeye dönüşmektedir.
Sadece 1 dakikalığına, gerçekte ihtiyacınız olan şeyler ile istekleriniz arasındaki büyük uçurumu düşünün. Size boca edilen reklamlar, sözler, ifadeler, sürekli al-tüket sistemine dayanmıyor mu? Bunun için devamlı reklamlar yapılmıyor mu? Bir insanın günde maruz kaldığı reklam sayısının 3 bine ulaştığı hesaplanmış. Zihninizden 1 dakika içinde geçen, reklamlarla gösterilen, öğretilen gerçekten ihtiyaç olup/olmadığı tartışmalı olan kaç ürün geçmektedir. Bunlar olmasa da hayatta kalır mısınız? Yaşamınız devam eder mi? İşte sistem insana sürekli maddi varlıklarla mutluluğu vaat etmekte, bunun içinde tüket sloganını kullanmaktadır. Sonuçta doğayı, diğer canlıları ve aklınıza gelebilecek her şeyi sömüren, sömürdükçe büyüyen sonsuzmuş gibi görünen bir sarmal ortaya çıkmaktadır. Bunda insanı yönlendirecek, onu insanı kâmil olma yolunda eğitecek önderlerin olmamasının da büyük etkisi vardır. Zaman içinde birkaç tane önder denilebilecek insan çıksa da büyük çoğunluk maddi varlıklar ile mutluluğa ulaşılabilecek algısına yöneltmektedir. Böylece tüm iktisat uygulamaları daha fazlaya yönelmekte, insan mekanik tavşanın arkasından koşan tazılar gibi sürekli etrafını göremeden yaşamaktadır. Oysa hayatın içinde zaman zaman durmak gerçek ihtiyaç ile isteği birbirinden ayırmak gerekir. Reklamların söylediğini değil kendi mutluluğunu önceleyen iç huzuru bulmakla mümkün olur. Bu sürekli tüketim, daha fazla tüketimle sağlanmaz.