İçi boş söylemler

Mithat Direk

Ziya Paşa zamanında ne güzel söylemiş “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye. Bir adam konuşuyormuş; “eğer 100 milyon liram olsa yarısını fakirlere dağıtırım, 20 arabam olsa 10’unu veririm” diye... Karşısındaki adam ise peki başka ne verirsin, mesela 2 tavuğun olsa birisini verir misin? Dediğinde ise atıp tutan adam, “asla vermem” diyor. Neden dendiğinde de “çünkü 2 tavuğum var” diyor.

İnsanlar bir şey yok iken atıp tutmayı, boş boş konuşmayı severler. Oysa boş boş oturma ile olmayan şeyleri vermek kolaydır. Zor olanı ise gerçekte olanı vermektir. Diğer bir konuda bilimden, gerçeklikten uzak sanal uygulamalardır. Ancak günümüz insanı gerçeklikten o kadar uzaklaştı ki sanalda gösterilen şeyleri gerçekmiş gibi algılamaya başladı. Örneğin; kurban kesiminin usta kasaplar tarafından kolayca yapılıvermesini küçümseyerek, bende yapabilirim hevesine kapıldı. Oysa o işin hiç de kolay olmadığını, onun yapılabilmesinin uzun zaman içinde yapılan denemelerin sonuçları olduğunu unuttu.

Bilindik hikayedir, bir garson ile ünlü ressam Pablo Picasso’nun davranışı. İspanyol ressam ve heykeltıraş olan Pablo Picasso’nun bir garson ile anısı çok konuşulur ve bu konuda çeşitli uyarlamalar yapılır. Tecrübeyi, çok çalışmayı ve emeği vurgulamak için anlatılan hikâye farklı şekillerde olsa da şu şekildedir. Bir gün lokantada otururken garsonlardan birisi Picasso’yu tanır. Ve ona bir kâğıt uzatarak üzerine bir resim çizmesini ister. Picasso bu duruma kızmaz ve hemen orada bir resim çizer. 5 dakika içinde bir şeyler çizdiği kâğıdı garsona verir ve bin dolar ister. Garson bunun çok olduğunu söyleyerek, küçümser bir tavırla “Ama 5 dakikada çizdiniz. Bunun için bin dolar mı istiyorsunuz” diye tepki gösterir. Picasso’nun cevabı muhteşemdir: “Sadece 5 dakika değil, 40 yıl artı 5 dakika” der. Resmi yaptıran kişinin değişik sıfatları vardır ve kimi yerde 35 kimi yerde 40 yıl olarak ifade edilir. Süre ise 5 dakika, 10 dakika şeklinde değişir.

Gerçekte sanal dünyanın insanlara gösterdiği yaşam biçimi, garsonun verdiği tepkiden farklı değildir. Bu durum ustalığın, uzmanlığın dahası bir şeyleri başarmanın küçümsenmesi ile eş orantılıdır. İşte bu nedenle sanal ortamların giderek yozlaşması, işi bilmeyen onlarca insanın işini uzmanlıkla yapan kişileri küçümsenmesine neden oluyor. Böylece her şeyi bilen adamlar, işini uzmanlıkla yapanları kıskanıyor ve küçümsüyor. Bu durum uzman insanları üzdüğü gibi onların moral ve motivasyonunu düşürüyor.

Oysa insanların ustasını geçmek, en iyisi olmak için daha çok çalışması gerekiyor. Sanal ortamların giderek hayatın içine girmesi, bu durumun vahim bir hal almasına neden oluyor. Gençler, çocuklar geleceğin ustaları, uzman insanları olacak kişiler ne yazık ki daha iyisi olma yerine iyi olanları kendi seviyesine çekmek için uğraşıyor. Hal böyle olunca iyi ustaların yetişmesi mümkün olmuyor. Japonya’da bir kişinin ustalık mertebesine ulaşabilmesi için kendisini geçen bir öğrenci yetiştirmesi gerekiyor. Bu bile usta olmasına yetmiyor, onun da kendisini geçen bir usta yetiştirmesi ile ancak USTA mertebesine ulaşabiliyor.

Yüzyıllar önce Ahi Evran’ın kurduğu ahilik teşkilatının bir başka boyutunun günümüz Japonya’sında halen yaşıyor olması ilginç. Bu durumun yansımasının Anadolu coğrafyasından çıkmayıp, Japonya’da olması, düşünce dünyamızın giderek sığlaştığını göstermektedir. Oysa kadim kültürümüzün gereği olarak ustaya, bilene, uzmana değer verme, onun fikir ve öğütlerini dinleme ile buna göre davranışlarda bulunmamız gerekiyor. Ancak küresel dünya bunun yozlaşması ve değersizleştirmesine neden oldu. Böylece her şeyi bilen bir nesil ortaya çıktı.

Kendinize sorun bakalım, herhangi bir konuyu sizin çocuklarınız sizden daha iyi biliyor mu/bilmiyor mu?