Gelin -Kaynana savaşı, çekişmesi hep vardı, halen vardır ve bu durum sonsuza denk devam edecek. Bununla ilgili olarak da söylenen çok güzel bir atasözü vardır. “Gelin bir kabahat yaparsa ceza, kaynana yaparsa kaza olur” sözü yüzyılların imbiğinden geçen özlü biz sözdür.
Bu sözde anlatılan ise güçlü olan tarafın yaptığı yanlışları göz ardı etmesi, güçsüz olanların ise cezaya çarptırılmasıdır. Aslında olan, güçlü olan mı haklıdır? Yoksa haklı olan mı güçlüdür? çelişkisidir. Doğru olan haklının ve hakkın güçlü olmasıdır ancak günümüz sistemlerinde hak kavramı öylesine karışmıştır ki kimin haklı kimin haksız olacağına karar vermek güçleşmiştir. Zira herkes kendini haklı görmekte, haksızlığı kimse kabul etmemektedir. Zaten suç altın olsa kimse eğilip yerden almaz denmesinin nedeni de budur. Aslına bakılırsa bunun insanın tembel ve menfaatçi yapısından kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Ekonomi teorileri uzun zamandan beridir “ekonomik insan-homo economicus” modeline göre şekillenmektedir. Yeni yayınlanan Profesör Peter Fleming, kitabında (Homoekonomus’un Ölümü) ekonomi teorilerinin dayandırıldığı ekonomik insan modeli eleştirilmekte, insan için başka teoriler geliştirilme zamanının geldiği söylenmektedir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve başkanı Klaus Schwab, 50. toplantı öncesi 2 Aralık 2019’da, Davos 2020’nin “Bir Şirketin Dördüncü Sanayi Devriminde Evrensel Amacı” başlığını taşıyan manifestosunu duyurdu. Bu manifesto, 47 yıl önce yayınlanan manifestonun bir tekrarı niteliğinde.
Manifesto özetle şöyle:
“Bir şirketin amacı tüm paydaşlarını ortak ve sürdürülebilir değer yaratmaya dahil etmektir. Böyle bir değer yaratırken bir şirket sadece hissedarlarına değil, tüm paydaşlarına, yani çalışanlarına, müşterilerine, tedarikçilerine, yerel topluluklara ve genel olarak topluma hizmet eder. Bir şirket adil rekabeti destekler ve herkes için fırsat eşitliği sunar. Bir şirket yolsuzluğu hiçbir şekilde hoşgörmez. Bir şirket çalışanlarına itibar eder ve saygı ile davranır, çeşitliliği onurlandırır. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çalışanların refahının artırılması için çaba gösterir. Bir şirket faaliyetleri ile topluma hizmet eden, çalıştığı toplulukları destekler ve vergilerini öder. Bir şirket gelecek nesiller için çevrenin ve evrenin bir temsilcisi olarak hareket eder. Bir şirket servet üreten ekonomik bir birimden çok daha fazlasıdır. Daha geniş bir sosyal sistemin parçası olarak insani ve toplumsal istekleri yerine getirir. Bir şirketin performansı sadece hissedarlarına ne kadar kâr getirdiğiyle değil, aynı zamanda çevresel, sosyal ve iyi yönetişim hedeflerine nasıl ulaştığı ile de ölçülmelidir. Zaten kapitalist sistemin sonuna gelindiği görülmektedir. Sistemin dayandığı sonsuz büyüme öngörü ve isteği, gerçeklerle, yani doğal kaynakların sınırlılığı nedeniyle kısıtlıdır. Her ne kadar bugüne kadar sorun ortaya çıkmadıysa bunun temel nedeni önemli bir nüfusun modern kölelik denilecek asgari yaşam koşullarına razı olmasıdır. Gelir eşit bir şekilde dağılsa bugün birçoklarının israf boyutunda yaptığı tüketimin yapılamayacağı, diğer taraftan ise alt gelir gruplarının da bugünkü koşullardan daha yüksek tüketim düzeyine ulaşabileceği açıktır.
Öyleyse ekonomide hemen herkesin odaklandığı üretim modelinin yerine birazda tüketim ya da dağılım üzerinde durulması gerekmez mi? Ekonomi hem üretim hem de tüketim odaklı olduğuna göre dağılımın üzerine odaklanmak dünya kaynaklarının dengesiz biçimde tüketilmesini engeller mi? Şüphesiz üretim kadar tüketimin de önemli olduğunu bilmek, üretmeden tüketmeyi düşünmemek gerekir. Zaten güzel bir atasözümüz “işten artmaz, dişten artar” diyerek, tüketime dikkat çekmiştir. Okumakta olduğum kitapta da tüketim üzerinde durulmaktadır.
Aslında dünya kaynakları 25 milyar insana yeter de artar ancak doğru dağılım olmaz ise bugün 8 milyar insana bile az gelebilmektedir. Oysa dünyayı yok etmek ya da onun tüm kaynaklarını kurutmak değil gelecek nesillerin de aynı kaynaklara ulaşabilmesini sağlamak esas düşünce olmalıdır. Böylece dünya han bizler de yolcu oluruz. Kimse hancı olmayacağına göre yolcu olarak doğru davranışlarda bulunmak, yaradılışa uygun davranmak gerekir. Bu bakımdan ne gelin – kaynana ne de diğer kavgaların anlamı bulunmamaktadır.
Bunu yüzyıllar öncesinden bizleri uyaran Hz Mevlana, insanın kusurlarıyla var olduğunu, kusursuz insan aramanın mümkün olmadığını söylemektedir. Devamında da kusurların varlığı değil, kusurların üzerinin örtülmesi ve hoş görülmesini öğütleyerek, varlığa uygun davranmanın gerekliliğini vurgulamaktadır.
Bu bakımdan kendimizi çok büyük görme ve israf etme yerine, yolcu olduğumuzu bilmek, yetecek kadar tüketmek doğru bir davranış olacaktır.