İnsanların gerçek düşüncesi davranışlarda gizlidir. Bu nedenle beden dili diye bir iletişim aracı gelişmiş, geliştirilmiştir. Çünkü insanlar dilleri ile yalan söyleyebilirken bedenleri ile asla yalan söyleyememektedirler. Bunu bilen ve uygulamaları ile gösteren Hz. Mevlana’da sözler yerine davranışlara bakılır, talebeler davranışlarına göre değerlendirilirmiş. Dergâha kabul edilmeyen talebeler ret cevabını sözle değil, davranışla anlar, yine sözle değil, davranışla dergâhtan ayrılırlarmış.
Günümüzde bunun çok çeşitli ve değişik anlamlar içeren şekilleri ciddi biçimde inceleme ve araştırma konusu olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Sadi Şirazi’nin dediği gibi “davranışlarınızla açtığınız yarayı, sözlerle telafi edemezsiniz” diyerek sözlerin bir yerde hükümsüz olduğunu belirtmiştir.
Bu bakımdan yaptıklarıyla küçülen kişilerin laflarıyla büyüyemeyeceği açıktır. Ancak günümüz iletişim çağında bırakınız davranışları, emojilerle desteklenen anlayış ve iletişim teknikleri her yerde kendini göstermektedir.
Artık insanlar birbirlerini görmeseler de konuşmasalar da emojiler ile anlam ve olayları birbirlerine anlatabilmektedir. Bu durum iyimi yoksa kötümü diye tartışmayacağım. Ancak insanların gözümün içine bak öyle söyle dediği bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Zira insanlar aynı anda birden çok yalan söyleyebilmekte, olayları, durumları ve kişileri kendi küçük amaçlarına alet edebilmektedirler.
Bir hikâye anlatırlar. İki yakın ve samimi arkadaş, bir ağacın altına oturmuş, birisi arkadaşım ben hacca gideceğim, al şu emanetleri (o zamanda değerli olan küçük eşyalar, tespih, çakı, yüzük vb) eğer gelirsem bana verirsin, gelemezsem ise senin olsun” diyerek, vedalaşırlar. Eski zamanda bugünkü gibi değil, hac yolculuğu en az 6 ay veya 1 yıl sürüyor. Hacca giden arkadaş, yollarda oyalanıyor, 2 yıl sonra geri geliyor. Arkadaşına gidiyor, arkadaşım ben geldim emanetlerini geri alayım diyor. Arkadaşı sen bana emanet filan vermedin diyerek arkadaşını geri gönderiyor. Olay zamanın kadısına aksediyor. Kadı hacca giden kişiye soruyor “sen bu eşyalarını verirken birisi gördü mü? Şahidin var mı?” diye. Adam “yok kadı efendi, bir ağacın altına oturmuştuk, kimse yoktu” diyor. Kadı “iyi öyleyse ağaçtan bir dal getir, bir de ağacı inleyelim. Şimdi git, sen gelinceye kadar biz burada bekleyeceğiz” der. Emanet eşyaları alan adam ise “ooo kadı efendi orası çok uzak” der. Bunun üzerine kadı “gördün mü bak, ağacın dalı gelmeden şahitlik etti” diyerek, alınan eşyaların verilmesine hükmeder.
Günümüzde olaylar ve kişiler ortada yokken de yalana, hileye ve sahtekarlığa başvurabilmektedir. En kötüsü de hiç kimse yaptığının yanlış olduğunu bilse bile bunu asla kabul etmemekte, ben değil avukatım ile görüş diyerek, insanın gözüne bile bakmamaktadır.
Oysa mahkemelerde davacı ve davalı karşı karşıya gelse birbirlerinin gözüne baksa eminim binlerce yanlış davranış çözüme ulaşır. Ferîdun Sipehsâlâr (Sahih Ahmed Dede) “Her bilinen görülmez, her görülen söylenmez, her söylenen yazılmaz” diyerek davranışların önemini açık biçimde anlatmıştır. Bu zat Anadolu Selçukluları sarayında sipehsâlâr (kumandan) olarak görev yaptığından bu unvanla tanındı. Küçük yaşlardan itibaren Bahâeddin Veled’in meclislerine devam etti ve kendi ifadesine göre kırk yıl kadar Mevlânâ’ya hizmet etti. Bu bakımdan birisinin sözlerine değil, davranışlarına bakarak (beden dili) doğruluğuna karar vermek gerekir.