Eminim hemen herkesin ilgilendiği bir konu çarşıya pazara gitmek, alışveriş yapmaktır. İnsanın canım sıkıldı şöyle bir çarşı-pazar dolaşayım geçer diye düşünür. Bugün o çarşı pazar mekanlarının yerini internet almış durumda. Yapay zekanın da katkısı ile bir kere ilgilen ya da alışveriş yap, cep telefonuna gelen o konuyla ilgili reklam, tanıtım ya da ilanlardan kurtulmak mümkün değil. Her yaptığınız işlem karşısında size öneri olarak gelen, fırsat, size özel teklif benzeri duyurular bazen can sıkıcı boyutlara ulaşabiliyor. Oysa fiziksel olarak çarşı pazar gezdiğinizde kimse size o şekilde bir tacizde bulunmuyor. Hele bunun bir de alışveriş merkezleri boyutu var ki kimse sizle ilgilenmiyor, siz bir şeye ihtiyaç duyduğunuzda birisini bulmak zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenledir belki de özellikle gençler arasında çarşı pazar yerine alışveriş merkezleri daha cazip geliyor. Benim gibi olanlar için alışveriş merkezlerinin bir cazibesi yok. Çünkü oraları bana göre yaşayan mekanlar değil, buna karşılık çarşı pazar yaşayan mekanlardır. Oralarda insanların birbirlerine olan davranışları doğal, alışveriş merkezlerinde olan davranışlar ise mekanik ve yapaydır. Bu nedenle mekanik mekanlar tıpkı bilgisayarlardan yapay zekanın sizi kendisine çektiği gibi farklı şekillerde ürünlerin sergilenmesi ile çekicilik meydana getiriyor. Son zamanlarda gözlediğim kadarıyla çarşı pazarın da keyfi kaçmış gibi görünüyor. Yaşanan yüksek enflasyon ortamının bunda bir etkisi vardır, ancak ondan çok daha büyük etki toplumda görülen mutsuzluk diyebilirim. Gülmek kahkaha atmak, şakalaşmak gibi toplumsal refleksler, şikâyet ederim, vururum, kırarım, zarar veririm gibi anlamsız davranışlara terk edilmiş durumda. Herhangi bir çocuğu sevmek, bir kişiye merhaba demek, rutin alışverişin dışında şakalaşmak gibi insani duygu ve davranışlara pek rastlanmıyor. Her yer kalabalıklaşmış ancak herkese bir yalnızlık çökmüş durumda. Robotlar gibi verilen görevler yapılıyor, işlem bitince bir köşeye çekilip ekrana kilitleniliyor. Bunun insani bir tarafının olmadığını düşünüyorum. Toplumda herhangi bir konuyu müzakere etmek, kendi fikrimizin kabul edilmesine çalışmak yerine istişare etmek, farklılıkları görmek, bak ben bunu düşünememiştim deme ihtiyacı var. Eskiden insanlar sırf sohbet etmek, birbirleri ile görüşmek adına buluşmakta, konuşmakta ya da çarşı pazar gezmekteydi. Günümüzde değişen bu alışveriş davranışları toplumu germekte, giderek daha monotonlaşan bir şekilde herkes kendi içine gömülmektedir. Aileler giderek daha fazla kendi içine, aile içinde de kişiler yine kendi içine kapanmakta, ortak duygular monotonluğa bürünmektedir. Belki de batılılaşma denilen olay budur. Zira yıllar önce gittiğim Belçika’da hemen birçok kişinin mekanik bir robot gibi iş yaptığını görüp şaşırmıştım. Bugün bu durumun bizim ülkemizde görülmesi sosyolojik bir değişimin gerçekleşmiş olduğu izlenimi veriyor. Bunda tek yönlü bir iletişimin ya da dikte edilen bir yaşam biçiminin etkisi olduğunu düşünüyorum. Oysa ülkemiz kültür mozaiği ile dünyada eşi benzeri olmayan bir coğrafyada bulunuyor. Çok zengin bir tarih, kültür, yaşam şekilleri ile renkli bir yaşam sunuyor. Bu duruma gelinmesinde belki de geçen yıl geçirmiş olduğumuz büyük depremin de etkisi vardır. Bir şekilde depremden herkes etkilendi. O bölgede olanlar fiziksel olarak depremi hissederken ülkenin kalan diğer bölgelerinde ise manevi bir etkileşim oldu. Bu nedenle ülkece gülmeyi unuttuk desem çok mu abartırım. Oysa yaşamın içinde üzüntüler kadar, sevinçlerin de olması gerektiği ve toplumun üzüntülerini ancak sevinçler ile üzerinden atabileceği bilinmektedir. Ekonomik olaylar, etkiler geçicidir ancak sosyolojik değişim kalıcı özellikler gösterir ve toplumu giderek derinleşen bir yalnızlığa iter. Bu durum gelecek kuşakların ortak duygu ve davranışlar olarak yansımasına, toplumun ortak değerlerinin ortadan kalkmasına, bencilleşmesine neden olur. Bu da toplumsal rutinliğe, monotonlaşmaya, yalnızlığa yol açar. Diğer yandan monotonlaşan siyaset, ben en iyiyim diğerleri tu kaka bağlamında devam ediyor. Oysa her birey etik davranışın dışına çıkmadıkça değerlidir. Etik ise yaratılanı hoş görmek, diğerlerini değiştirmeye uğraşmamaktan geçer. Umarım değişimin zenginlik olduğu anlaşılır ve rutinler yerine değişimler gerçekleşir. Zira bu ortamda en çok ihtiyaç duyduğumuz değerler bunlar.