Boş insan

Mithat Direk

İnsanın boşu olur mu? Günümüzün belki de en önemli sorunlarından birisi budur. Yıllarca eğitim veriliyor, bir şeyler öğretebilmek için de çeşitli öğretim metotları kullanılıyor ancak hala aynı davranış görülüyorsa buna boş insan denmez de ne denir? Belki milyonuncu kez yerlere tükürmeyiniz, çöp atmayınız diye eğitim uygulanıyor, buna karşılık 50 yaşına gelmiş hala yere çöp atıyor, yere tükürüyorsa, boşa eğitim verilmiş olmuyor mu? Bunun benzeri onlarca davranış bozukluğu var. Okullar davranışların eğitildiği, doğru davranışların gösterildiği ve öğretildiği yerler değil midir? Önce dinlemek, sonra anlamak, anladığını anlamlandırmak ve bunu davranışsal olarak göstermek gerekir. Ancak ilk önce dinlemeyi öğretemiyoruz ve sistem ilk basamakta iflas ediyor. Ya da dinliyormuş gibi yaparak hem kendimizi hem de ilgili/ilgisiz herkesi aldatıyoruz. Bu durum en kötüsüdür. Ne yazık ki bunlar yapılabiliyor.

Yine bir haziran ayı ve yıllarca emek vermiş milyonlarca genç sınav üstüne sınava giriyor. Amaç bu sınavlardan mümkün olduğunca yüksek puanlar alarak, gelecekte çok gelir elde edilebilecek bir alanda eğitime devam etmek. Gerçekte ise üniversiteler çok para kazanılabilecek yolları öğreten kurumlar değildir. Hele ki hemen herkesin evinin yakınında bir üniversite varken. Ya ne olmalı diye bir sorunun aklınızdan geçtiğini biliyorum. Aslında konunun basit bir çözümü var. Çözüm, Stefano Mankuso tarafından yazılan bir kitapta gizli. Yazar “Bitkilere Aşık Adamlar” adlı kitabında, yer alan bilim insanlarının ortak özelliğini etraflarında var olanları, özellikle yaşamın olağanüstü dışavurumlarını görme ve onlara dikkat etme yeteneği olarak belirtiyor. Saygı ve sevgiyle gözlem yapmak, araştırmak ve anlamak. İşte her iyi doğa bilimcinin azim ve kararlılıkla yapmayı öğrenmesi gereken şey de budur. Her biri çok farklı olmasına rağmen, kitapta yer alan kişilerin öyküleri bu yeteneğe sahip kahramanlardan meydana gelmektedir. Bugün mevcutta var olan birçok maddenin keşfinde o kitapta anlatılanlar gibi severek çok çalışmanın olduğunu söylemek yanlış olmasa gerekir. Geçmişte birçok mucit kafasını sistematik olarak çalıştırdığı ve mevcut yapıya takıntı yaptığı için çözüm bulabilmiştir. Örneğin; kitapta anlatılanlara göre bugün severek yediğimiz fıstık ezmesinin mucidi Amerika’da ilk zenci ziraat mühendisi olan John Harvey Kellogg’dur. 1890'larda Amerikalı Dr. John Harvey Kellogg, fıstık ezmesini, "yüksek proteinli ve sağlıklı bir besin kaynağı" olarak tanıtmaya başlamıştır. Yazar John Harvey Kellogg’un hikayesini anlatırken onun kendisini eğitmek için nasıl bir mücadele verdiğini ve en sonunda kendisini kabullendirişi yalın bir şekilde anlatılıyor. Şimdi diyebilirsiniz ki bunun boş insan olma ile ne ilgisi var. Elbette bir ilgisi yok. Ancak insan düşünen, araştıran, deneyen ve daha iyiye nasıl ulaşırım diyen bir şekle dönüşmek istiyorsa, önce kendisini eğitmek zorundadır.

Eğitim neyle olur? Öncelikle ilgi alanında, doğru okullar ve öğretmenler ile olur. Öğretmenler salt bir şeyleri ezberleten kişiler değildir. Onlar aynı zamanda rol modeldirler. Dolayısıyla nasıl daha iyiye ulaşırım diye düşünce biçimi geliştirmek isteniyorsa, buna ulaşmanın yolu başarılı olan kişilerin hayatlarını öğrenmek ve çalışmaktan geçer. Değilse sabit kalır, değişmez, ilerleme olmaz. Bu nedenle insan sürekli öğrenen ve öğrendiğini yaşamına yansıtan kişidir. Aksi durumda evdeki kediden bir farkı kalmaz. Bu nedenle insan varlığını sorgulamalı ve varlığına uygun davranışlar sergilemelidir. Diğer türlüsü sahtelik olur ki onu da başka zamanda değerlendirelim.

Hz. Mevlana’ya atfedilen bir olayda Mutasarrıfın birisi sorar, “sen de kimsin?” diye. Mevlâna “hiç”, hiçim ben. Devam eder “ya sen kimsin?” der. Karşısındaki Mutasarrıfım der. Hz.Pir devam eder, sonra ne olacaksın, karşısındaki belki Vali olurum, sonra diye ısrar edince olmaz ama belki Vezir, sonra sonra dendiğinde de olacak makam kalmayınca HİÇ der. Evet, aslında hepimiz bir hiçiz. Ancak hiçiz diyerek boş durmamamız gerekir. İşte eğitim ve öğretim bunun için vardır. Evdeki kediden farkımızı, bildiklerimizi, öğrendiklerimizi ve giderek öğrenmeye olan istekliliğimiz meydana getirir. Bu sayede davranışlarımız gelişir, değişir ve daha iyiye doğru evrilir. Bu nedenle bildiklerimizi, öğrendiklerimizi ve öğreneceklerimizi yaşamın içine yansıtmak, davranışlarımızı buna göre düzenlemek gerekir. Yanlış olduğunu bile bile aynı davranışı tekrar tekrar yeniden yapıyorsak, bu durumda insan varlığını inkâr ediyor demektir. Zira yanlış bir defa yapılır, ikinci kez, hatta 3.kez aynı şekilde yapılmaya devam ediliyorsa, bu durumda bilerek ve isteyerek yapılıyor demektir. Bu durumda insan eğitilememiş, öğrenememiş ve yabani kalmış demektir. Buna da BOŞ insan denir.