İnsanlık tarihi incelendiğinde birçok olayların olduğunu ve insanları çeşitli şekillerde etkileyerek yönettiği görülmüştür. Tıpkı 2019 sonunda başlayan ve 2022 mart ayında sona erdirilen virüs salgını gibi. Salgının teknik, ekonomik ve sosyal boyutlarının olduğu kesin. Benim eğitim düzeyim virüsün teknik boyutlarını analiz edecek düzeyde değil. Bu nedenle teknik olarak virüsün nasıl olduğu, ne şekilde etki ettiği, insanı öldürüp / öldürmediği gibi konuları kesinlikle anlatmayacağım.
Virüsün ekonomik etkilerinin de ölçülmesi çok zor olduğu için bunun da analizini yapmayacağım. Burada virüsün yarattığı sosyal ve kültürel değişim ve yıkımlar üzerinde durarak, çıkarımlar (varsayımlarda) bulunacağım. Bu bakımdan öncelikle insanı bilmek ve tanımakla başlamanın doğru olduğunu düşünüyorum. Zira bizler insan olarak kendimizi bilmiyoruz. Sadece nelerden hoşlandığımızı, ne istediğimizi ya da neleri istemediğimizi biliyoruz. Aslında kendimizi bilmek de istemiyoruz. Zira kendimizi bildiğimiz zaman birçok davranışın ya da isteğin anlamsız olduğunu görebiliyoruz. Tıpkı bir Afrika arasözünde denildiği gibi “Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa öleceğini bilir. Afrika'da her sabah bir aslan uyanır, en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa aç kalacağını bilir. Aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yoktur. Yeter ki güneş doğduğunda koşmak zorunda olduğunuzu bilin.” Bu nedenle sosyolojik ya da kültürel boyutlar ihmal edildiğinde, insanın fiziki boyutu ortaya çıkmaktadır. Bu durum emperyalizm tarafından kültürel boyutun fiziksel varlıklarla doyurulabileceği gibi bir algı ile insanlara daha fazla tüketimi tavsiye etmektedir. Böylece insan giderek daha fazla tüketime yönlendirilmektedir. Sonuçta virüs salgını sürecinde de aynısı olmuştur. Vitamin, takviye gıda, kıpırdama, dışarıya çıkma gibi birçok fonksiyon engellenmiş böylece insanın farklı yönlere bakması sağlanmıştır. Oysa her canlı bir süre sonra ölecektir. Bunun sadece canlılar boyutu yoktur, cansız varlıkların da öldüğü bilinmektedir. Önemli olanın ise yaşam sürecinin aktif ve doğru kullanılmasıdır. Aksi durumların emperyalizmin varlığına katkı yapacağı açıktır. Bu felsefi değerlendirme sonuncunda kısaca son 3 – 4 yıl içinde neler olduğunu bir gözden geçirelim. Öncelikle dünyanın ekonomik gelişim trendi dev boyutlarda ve çok hızlıdır. Eldeki malların bu hızlı dönüşü karşılaması mümkün görünmemektedir. Bunun üzerine Çin’de Wuhan kentinde başlayan haberler zinciri oluşturulmuştur. Zincir önce basit, sonra giderek hızlanan boyutları ile bir haberler demetine dönüşmüştür. İlk haberleri yolda düşüp kalan ve öldüğü söylenen haberler izlemiştir. Oysa daha sonraki virüs kaynaklı ölümlerin hiçbirinde böyle yolda giderken ölen birisi yoktur. Aynı kuşların ya da diğer canlıların topluca öldüğünün haberleştirildiği gibi. Böylece insanların bir virüs varlığına inandırılması çok kolay olmuştur. Elbette burada bulunan herkes çok iyi bilmektedir ki mikroskop altında görülebilen, bakteri ve mantarlar vardır. Hatta bunların bir kısmı faydalı bir kısmı ise insan organizmasına zararlıdır. Virüs ise bir hücre olmayıp, protein parçasıdır. Bu parça hücre içine girdiğinde hücreye zarar verebilmektedir. Aynı bir eve giren hırsız gibi. Nasıl ki hırsız yakalanmaz ise eve zarar veriyorsa, bu protein parçası da hücre tarafından yakalanamaz ise zarar vermektedir. Bu nedenle virüsler için uzun süre canlı mı / cansız mı tartışması da yaşanmıştır. Bugün canlı olarak değerlendirilse de bir kısım insanlar hala canlı olduğunu kabul etmemektedir. Öyleyse bir protein parçasının insanlara temas etmesi ve bunun hücreye dahil olabilecek düzeye gelmesi, dahası hücreye geldikten sonra bunun hücre tarafından yok edilmemesi gerekir ki zararlı olsun. Aksi durumlarda zararlı olması mümkün değildir. Diğer bir durum da protein yapısının kolayca bozulabilmesidir. Böylesine çetrefilli ve zor bir yapının ekonomileri durduracak bir yapıya dönüşmesi aslında ciddi bir biyoenformatik çalışmanın sonucudur. Eğer insanlar yeterli bilgiye sahip olsalar, zararlı dahi olsa virüsün kendi hücrelerine ve bağışıklık sistemlerine zarar vermesini engelleyebilirler. Dolayısıyla algı ile insanların yönetilmesi çok kolay sağlanmaktadır. Tıpkı kuşların ya da diğer canlıların yönetilmesi gibi. Oysa insan aklı, sorgulama yeteneği ve dahası feraseti davranışların temelini oluşturmaktadır. Ancak tıpkı tavşanın dediği gibi “ben bu tazının kovalamasından kurtulmasına kurtulurum da etrafın hay haycısı (şakşakçı) olmasa” dediği gibi. Çevremiz bizi yönetmektedir. Oysa bizim çevremize bakarak değil, akıl ederek davranışlarımızı düzenlememiz gerekir. Değilse daha çok virüsler gelir/geçer. Bizde konuşuruz…