Aşağı Çekmek

Mithat Direk

İnsanda bulunan en zayıf karakterlerden birisi yukarıda bulunanı aşağı çekmektir. Bunu zaman zaman herkes az ya da çok yapabilmektedir. Bunun kıskançlık ile de ilgisi vardır. Kendimizden ileride olan, başarılı olan ya da zengin olanlara karşı bir ön yargı ya da kıskançlık ile onu kendi seviyemize indirmek isteriz. Böylece kendimizi yükseltiriz. Tıpkı birtakım tarihçi geçinenlerin, tarihi gerçekleri saptırması, bugünün koşullarında yorumlaması ya da alçaltıcı davranışları ön plana çıkararak başarıları gizlemesi gibi. Oysa şartlar herkese açıktır; çalış, kazan, başarı sağla, elbette yapabiliyorsan…

Bu davranış biçimi cahiliye dönemi adetlerinden biridir. Zaten ünlü yazar Tolstoy “Cahilde eksik olan akıl değildir, o kurnazdır; eksik olan ahlaktır. Cahil, güçlüdür. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötü insandır” diyerek bu konuyu net şekilde açıklamıştır. Birisini aşağı çekmek, yanıltmak ya da aşağılamak, küçültmek cahil insanların tipik davranış biçimidir. Bugün etrafımızda bundan o kadar çok var ki hayatında bir tane bile kitap okumamış olan, onlarca kitap okumuş, titiz ve dikkatli birisine sen ne bilirsin, diyerek ders vermeye kalkabiliyor. İlkokul mezunu birisi, üniversite bitirmiş, dahası bir konuda uzman olacak şekilde doktora derecesi almış birisine kendi konusunda ahkam kesebiliyor. Ne yazık ki sosyal medyanın giderek etkinliğini artırması, Google gibi arama platformlarının her türlü bilgiyi depolayıp daha sonra bunu sunması, bu türden cahil insanların oranını ve miktarını artırdı. Bir arkadaşımız bana Atatürk’ün nutkunda şöyle şöyle diye bir konuyu bilgiç tavırlarla ve gerçek gibi anlatıyor. Dedim ki sen Nutuk’u okudun mu? Okumadım, okumaya ne gerek var, dedi. Peki dedim okumadığın bir kitapta böyle böyle yazıyor diye nereden biliyorsun? Dedi ki filan kişi YouTube kanalında anlatıyor. Peki de sen nerden biliyorsun onun doğru söylediğini, gerçeği öğrenmek istiyorsan aç Nutuk kitabını oku, gerçekten öyle mi değil mi diye öğrenmelisin dedim. Bana kızdı, ne okuyacağım, dedi ve gitti.

Benzer durum o kadar fazlalaştı ki nereye baksan bu türden insanları görebilirsin. Sadece o değil, kutsal kitabımız Kuran’ı okuyan ancak anlamını bilmeyen birisi, kolaylıkla uydur kaydır bilgileri din adına konuşabiliyor. Oysa her namazda okuduğu Fatiha suresinin bile anlamını bilmiyor. İnsan elbette bilmeyebilir, ama öğrenmek farzdır. Bu nedenle öğrenme üzerine odaklanmalı ve her gün bilgi seviyesine yeni bilgiler katmalıyız. İkinci ve en önemli husus ise yarım yamalak bildiğimiz bilgileri derinlemesine araştırmalı, onu daha sonra başkalarına anlatmalıyız. Yüzeysel bilgilerle ilk bulduğumuz ayeti, hadisi ya da bilgiyi din adına, milliyetçilik adına ya da herhangi bir konuda ahkam kesici şekilde anlatmamalıyız.

Bilindiği gibi toplumda bazı konular çok kolay biçimde tartışılabilmekte, bu konuda herkes bilgi sahibi olduğunu iddia etmektedir. Bunlar; din, siyaset, tarih, ahlak ve tarım konularıdır. Ne hikmetse herkes din alimi gibi olmuştur. Oysa alimlerin en üstü olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin nerede yaşadığını, ne zaman yaşadığını sorsan bilmez. Google bilgileri ile de bir yere kadar gidilebilmektedir. İkinci ve en önemli husus da tarihin çarpıtılmasıdır. Olay olmuş, bitmiş ancak öyle bir anlatılır ki sanki bugün yaşanıyor. Tarihi şahsiyetlere karşı ön yargı ve kin beslenebiliyor. Oysa yakın geçmişimizde bile onlarca olay yaşadık ve karar vericilerin bazen iyi bazen de kötü kararlarının sonuçlarını yaşayarak öğrendik. En azından ben kendi adıma bunu söyleyebilirim. Örneğin Suriye’de iç karışıklıklar olmadan 20 gün önce bir haftalığına orada bulunmuş, birçok şehri gezmiştik. Olaylar oluyor denildiğinde nasıl oluyor diye hayretle TV’de izlemiştim. Aslında olay filan yoktu, birilerinin kışkırtması sonucu bir sözde darbe oldu ve binlerce insan kuzeye kovalandı. Neden kuzeye yönlendirildi? Şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Benzer şekilde bugün Filistin’de yaşananlar, yapılan baskılar ve katliamlar da farklı değil. Bir arkadaşımız demişti, Filistin olayının doğru anlaşılabilmesi için oraya uluslararası tecrübeye sahip tarihçilerin gönderilmesi ve kayıt yapılması gerekir, 100 yıl sonra ancak böyle gerçekler konuşulur, demişti. Şimdi daha iyi anlıyorum ki bilmeden oturduğu yerden ahkam kesenler boş kimselerdir. Gerçek kimse; okuyan, araştıran, birilerinin video ya da görüşlerini yayan kişiler değildir.

Gerçek kişilerin dışında kalan sahte kimseler ise en tehlikelidir. Zira bunlar birilerinin yönlendirmesine açık, bilgisiz, boş teneke gibi çok ses çıkaran ve toplumsal birlikteliğe zarar veren kimselerdir. Bu nedenle her kim olursa olsun araştıran, tek bir kaynaktan değil birçok kaynaktan okuyan, araştıran olunmalı ve bugünün değil o günün koşullarında değerlendirmeler yapılmalıdır.