Osmanlı’nın son günlerine kadar Serkisof marka cep saatinden daha hassas işleyen güzel bir geleneğimiz vardı; varlıklı olanların sadaka taşlarına gizlice sadaka koymaları ve ihtiyacı olanların bu sadakayı gizlice almaları. Şimdiki gençler gazete, dergi, kitap okuyorlar ve geçmişe de meraklılarsa sadaka taşının ne olduğunu bilirler. Aksi halde gençlerimiz değil yaşlılarımızın çoğuna “Sadaka taşı nedir” diye sorsanız gizli kamera şakası sanıp sırıtırlar.
Köyümüzde kentimizde perşembelik denilen güzel bir gelenek daha vardı. Perşembelik geleneği bazı köylerde halen yaşıyorsa da şehir içlerinde “alıvırıyım, satıvırıyım” kaygısı içinde unutulup gitti. Her mahalle, her sokak, her köy halkı kendine en yakın yoksul komşusunu kollar gözetirdi. Her Perşembe günü çocuklar aracılığıyla çıkın içinde, kese içinde yiyecek, erzak, para gönderilirdi. Çıkının, kesenin içinde ne olduğunu gönderenden başkası bilmezdi. Böylelikle yoksulların halini komşularından başka kimse bilmez, dilencilik de yapılmazdı.
Sadaka taşı; içi tas gibi oyuk olarak ve işlek caddelerin, sokakların köşelerinde bulunurdu. Varlıklı kimseler ya da o mahallede bu işi sürekli ve gönüllü yapanlar gece kimse yokken sadaka taşının içine bir miktar para koyarlar. Bir başka mahalle ya da sokaktaki yoksul gece gelip bu paranın sadece kendi ihtiyacı kadarını alır giderdi. Öteki mahalle ya da sokağın yoksulu da başka bir sadaka taşından yardım alırdı. Yani; sadaka veren, alanı görmez, sadaka alan rencide olmadan ihtiyacı kadar sadakayı almış olurdu. Şimdi aklınıza “Ya bu sadakayı çocuklar ya da ihtiyacı olmayanlar alırsa ne olacak?” diye bir soru gelebilir. Böyle bir düşünce ve uygulama asla olmazdı, olması da mümkün değildi. Mahalle imamları, böyle yanlış bir işin dini sorumluluğunun çok büyük olduğunu, bu vebali almanın çok büyük ve af edilmeyen bir günah olduğunu üstüne basaraktan tembihleyerek halkı yönlendirirdi. Aileler de çocuklarını aynı şekilde sıkı- sıkı tembihleyerek sadaka taşlarının kötüye kullanılmasını önlemiş olurlardı. Hatta yoksullar, perşembelik geleneği sayesinde çok zorunlu kalmadıkça; “Benden daha yoksul olan varsa o alsın” diyerek bu sadaka taşlarından para almazlardı. Böylece sadaka taşlarında günlerce durup alınmayan paralar görmek olağandı.
“Bu taşlar nereye gittiler, ne oldular” derseniz bunu ben de bilmiyorum. Ancak bildiğim kadarıyla şehir merkezinde bir tek sadaka taşı kaldı. Bir duvar dibinde ben bildim bileli garip, mahzun; içine sadaka konulmayı bekledi durdu. Şimdi dibinde bulunduğu ev Hacıffettah Mezarlığı’nı büyütmek için yıkılınca son sadaka taşının da sonu geldi. Eski Aksinne Mahallesi’nde Uzunharmanlar ve Taş Cami Caddesi’nin Şeyh Galip Sokağı ile ayrıldığı sokağın başında şimdilik sağlam olarak duran Konya’nın son sadaka taşı yıkıntı molozları ile karışıp götürülmeden bir ilgili çıkar da bu taşı müzeye kaldırırsa iyi olur. Böylece yarının, gelecek kuşaklarına son örnek bu sadaka taşı bir müzede gösterilerek yardımlaşmanın önemi daha somut olarak anlatılmış olur. Benden yazması gerisine karışmam.