12 Ocak 1920 günü Son Osmanlı Meclisi’nin yeniden açılıp çalışmaya başladığı tarihi gündür. Tam 98 yıl öncesinde neler olmuş? Gerçek tarihin sararmış sayfalarına neler yazılmış? Bakalım, görelim.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen sonrasında vatan toprakları işgal edilmeye başlandı. 18 Kasım 1918 günü İngilizler İstanbul’a asker çıkardılar. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçerek bağımsızlık savaşı için ulusal kongreleri başlatması sarayı yönetimi rahatsız etmeye başladı. Direniş ruhunun Anadolu’ya yayılmasını önleyemeyen ve işgallere sessiz kalan Ferit Paşa hükümeti istifa etmek zorunda kalınca, yerine gelen Ali Rıza Paşa yeni bir hükümet kurarak ulusal örgütle bilgi alışverişine başlamıştı. Son Osmanlı Meclisi 12 Ocak 1920 günü yeniden açılarak çalışmalara başladı. 18 Ocak günü Osmanlı Meclisi’nde “misakı milli” kararı alındı. Bu kararla işgallere karşı direniş ve ulusal mücadelenin desteklenmesi gerektiği vurgulanıyordu. Bu önemli karar, işgal kuvvetlerini de Sultan Vahdettin’i de rahatsız etmişti. İşgal kuvvetleri her türlü yola başvurarak sultan Vahdettin’i sıkıştırmaya başladılar.
Takvimler 16 Mart 1920 gününü göstermekteyken, İstanbul tamamen işgal edilerek; devlet kurumlarına girilmiş, karakollar ve kışla basılmış, subaylar tutuklanmış, haberleşme kesilmişti. Telgrafçı Hamdi, bu kargaşalar sırasında kaçmayıp; Ankara’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya işgali duyurmuştu.
Padişah Vahdettin, Osmanlı Meclisinden seçilecek bir kurulu saraya çağırdı. Padişahın bu çağrısı mecliste kabul edildi. Rauf Bey; sabah erkenden uyanıp günün gazetelerini okumak isteyince, acı gerçeği öğrenmiş oldu. Çünkü İstanbul’un her yeri işgal edilmiş, gazeteler de yayımlanmamıştı. Rauf Bey meclise gittiğinde; Meclis Başkanı Cemalettin Arif’i bulamadı. Cemalettin Arif yerine Meclis Başkan Vekili ve Balıkesir Milletvekili Abdülaziz Mecdi (Tolun) kurula katıldı. Bu üç kişinin Konya’da yakın arkadaşlıkları vardı. Mehmet Vehbi Hoca (Çelik- Konya Milletvekili), Rauf Bey ve Abdülaziz Mecdi Yıldız Sarayı’na doğru yola çıktılar. Yolda giderlerken Rauf Bey bir durum değerlendirmesi yaptı.
“Padişah hazretlerinin bizi davet etmesinin asıl nedeni, meclisten son çıkan misakı milli, vatanın bütünlüğünü koruma kararını desteklememiz ve meclis içindeki ulusal davranışlarımız olsa gerek. Padişah bizlere kızıp, seçtiğimiz yolu bırakmamızı isteyecek. Ben bu kanıdayım. Dediğim gibi olursa padişaha ne diyeceğiz? Padişaha karşı nasıl davranacağız?” Soruyu Mehmet Vehbi Hoca yanıtladı. “Kendisinin yanlış düşündüğünü söyleyerek; görevinin başında, bağımsızlık ve onur savaşı içinde yer almak olduğunu anımsatacağız. Sizleri bilmem, ama ben böyle davranacağım, böyle de söyleyeceğim.” Yıldız Sarayı’nda padişah Vahdettin’in makamına girdiklerinde, Fuat Bey ellerini göbeğine bağlamış ayakta duruyordu. Padişah Vahdettin, Fuat Bey’e dönerek sert bir şekilde konuştu. “Biz bu işi nasıl haber aldık?” “Efendim, dün Fransız temsilciliğinin baş çevirmeni geldi. Anadolu’dan gelen kalabalık bazı kişilerin İstanbul’un huzurunu bozarak, iç güvenliğe zarar verdiklerini söyledi. Bu durum karşısında, işgal temsilciliklerinin İstanbul’un huzur ve güvenliğini sağlamak için bir gösteri yapacaklarını, sert önlemler alacaklarını duyurdu.” Padişah Vahdettin’in yüzüne yansıyan sinirliliği daha da arttı. Eliyle işaret ederek Fuat Bey’in dışarıya çıkmasını istedi. Fuat Bey süklüm püklüm dışarıya çıkınca; Padişah Vahdettin, bakışlarını Rauf Bey’e doğrultarak bağırmaya başladı. “Duydunuz mu beyefendi? Bu adamlar her şeyi yaparlar. Yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Daha fazlasını bile yapmaya cesaret edebilirler. Onun için, meclisteki konuşmanıza dikkat edin.” Rauf Bey konuşmaya hazırlanmışken, heyecanını yenemeyen Mehmet Vehbi Hoca konuştu. “Efendim, ne yapsalar bu ulusu yıldıramazlar. Ulus saltanat ve hilafete sadıktır, kararlıdır. Vatanı da sizi de kurtaracaktır. Siz üzülmeyiniz padişahım.” Padişah vahdettin yeniden bağırdı. “Hoca, hoca! Sözlerinize dikkat ediniz. Bunlar her şeyi yaparlar. İsterlerse yarın Ankara’ya bile girebilirler. Rica ederim, meclisteki konuşmalarınıza dikkat ediniz.” Abdülaziz Mecdi, eliyle pencereden görünen düşman gemilerini gösterdikten sonra konuşmaya başladı. “Bu kâfirlerin güçleri şu toplarının menzili kadardır. Ulus demir gibidir, bu toplarla yıkılmamaya da kararlıdır.” Mehmet Vehbi Hoca etkili bir sesle padişaha seslendi. “Ulus, vatanını ve sizi kanının son damlasına kadar koruyacak ve Allah’ın izniyle düşmanı kovacaktır. Ulusa güveniniz efendim…”
Rauf Bey kısa konuştu. “Hoca efendiler zatı şahanenize gerçekleri arz ediyorlar efendim.” Padişah Vahdettin kısa bir süre sustuktan sonra yeniden bağırdı. “Rauf Bey, bu halk koyun sürüsü. Bu sürüye bir çoban gerek, işte o çoban benim.” Sinirinden dolayı yerinde duramayan Padişah Vahdettin ayağa kalktı. Görüşmenin bittiğini anlayan kurul üyeleri, Padişah Vahdettin’in makam odasından çıktılar. Kurul üyeleri konuşma niyetinde olmadıklarını yüzlerine yansıyan hüzünle belli ediyorlardı. Meclise gitmek için arabaya bindiklerinde Mehmet Vehbi Hoca sessizliği bozdu. “Padişah, halkı koyun sürüsü yerine koyarak kendisini de tek çoban sayıyor. Meclisi, senatoyu, vekilleri, senatörleri bile gereksiz gören bu adam, her şeyden korkmakta. Devletin yönetim kadrosunu hiç yerine koyuyor. Öyle anlaşılıyor ki bu adam Mondros Antlaşması’na harfi harfine uyacak. Padişah can derdine düşmüşken ne vatana, ne ulusa hayırlı bir iş yapamayacak. Bu gün bu gerçek iyice ortaya çıktı.” “Yazıklar olsun.” Mehmet Vehbi Hoca, yanındakileri biraz da olsa teselli etmeyi denedi. “Üzülmeyiniz efendim. Allah büyüktür. Bu ulus elbet kurtarıcı ve önderini bulacaktır. Padişahın; halkı koyun, kendisini çoban yerine koyması ilahi yasalara aykırıdır. Bu adam böyle düşünmekte devam ederse, nefsini öldürmezse kendisini de ulusu da yok edecek. Yaşarsak çok şeyler göreceğiz.” Mehmet Vehbi Hoca’nın bu sözleri arkadaşlarının gözlerini yaşartmıştı. Kurul üyeleri, arabadan indiklerinde; meclisin İngiliz askerleri tarafından kuşatılmış olduğunu gördüler. İngiliz askerleri, Rauf Bey ile Kara Vasıf’ın kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. İngilizler ile milletvekilleri arasında tartışma çıkmış, ortalık karışmıştı. Daha fazla direnemeyen milletvekilleri, Rauf Bey ile Kara Vasıf ile birlikte bazı milletvekillerini İngilizlere teslim etmek zorunda kaldılar. Ertesi günü, işgal altında çalışamayacaklarını söyleyen milletvekillerinin aldığı ortak kararla meclis kapatıldı. Son Osmanlı Meclisi’nden çıkan bu ikinci karar da çok önemliydi. Vatanın her yanından padişaha ve işgal kuvvetlerine telgraflar çekildi, işgalin hak ve hukuka dayanmadığı dile getirilerek işgalin durdurulması istendi. 22 Mart günü Alâeddin Tepesi’nde bir Açıkhava gösterisi düzenlenerek İstanbul’un işgali protesto edildi. Ali Kemal Hoca coşkun bir konuşma yaparak dinleyenleri coşturdu. Açık hava toplantısı sonrasında uzak yakın denilmeden bütün devletlerin temsilciliklerine telgraflar çekilerek, işgallerin durdurulması ve İstanbul’un işgalinin hukuksuzluğu dile getirildi.