SAYGI BORCUMUZ VAR!

Mehmet Gündoğdu

 

Yakın tarihimizde yaşayıp hiçbir zaman unutamadığımız üç vatansever kişiyi ölüm günleri dolayısıyla minnet ve saygıyla anmak istiyorum. Minnet ve saygı her yurtseverin her vefalı yurttaşın borcudur. Bu üç vatanseverin birisi cumhuriyetimizin kurucu kadrosunda yer alan ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. İkincisi devrim şehidimiz Kubilay. Üçüncüsü de İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy. Her üçünün de yattığı yerler nur gölü olsun.

İsmet İnönü, Mustafa Kemal Paşa’yla fiili işbirliği yapan ilk üst düzey komutanlardandır. Kurtuluş Savaşı’nın ayrıntılı planlarını yaparak düşmana karşı yapılan büyük saldırıda yaptığı iki savaşı da tartışmasız olarak kazanmıştır. Bu gün bütün askeri otoriteler bile İnönü’nün yaptığı bu planların sırlarını çözememişlerdir ve hâlâ kafa yormaktalar. Bu planlara güvenen yalnızca Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Fevzi Çakmak Paşa ve Kazım Karabekir Paşa kendilerine göre haklı nedenlerden dolayı bu planları onaylamamışlardır. Çünkü bu savaş planları gerçekten çok risklidir ve başarılı olunamazsa her şey bitecektir. İnönü ince bir siyasetle ve Mustafa Kemal Paşa’nın “ya bağımsızlık, ya ölüm” ilkesinden yola çıkıp savaş planlarını kabul ettirmiştir. Savaş sona erdikten sonra Lozan’da büyük devletlerin karşısında dik durarak, yeni Türkiye’nin her türlü hakkını savunmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olmuş daha sonra iktidar ve muhalefette yıllarca meclis içinde Türkiye’nin bağımsızlığını ve çıkarlarını savunmuş; çok partili demokrasiye geçilmesini sağlamıştır. Dünya devletleri ikinci kez yeryüzünü kan gölüne çevirirken Türkiye’yi savaşa sokmamıştır. Yıllardır ismet İnönü hakkında dedikodular yapanlar, on iki adayı sattı diyenler, aç kaldık, karneyle ekmek aldık diyenlerin yanında camileri ahır yaptı diyenler var. Bunlar ya o günlerin çetin koşullarını bilmiyorlar ya da üşengeçliklerinden ve cahilliklerinden dolayı tarih okumuyorlar.  En önemli neden de tarihin onlara böyle anlatılmış olmasıdır.

Elbette ki hepiniz Menemen’de yaşanan Kubilay olayını biliyorsunuz. Birkaç başı sarıklı yobaz tarafından Kubilay’ın ve orada bulunan bir bekçinin başlarının kesilerek sırıklara takıldığını da bilirsiniz. Ancak bilmediğiniz bir şey var; Kubilay öğretmen olmasaydı bu yobazlara silahla karşılık verir ve kendi başını kurtarırdı. Öğretmen olduğu için o yobazları öğütle yatıştıracağını sanarak başını verip devrim şehidi oldu. Cahil adam, din adına sevap işlediğini, cihat yaptığını sanan gözü dönmüş adam öğüt dinlerler mi? Dinlemediler, hâlâ da dinlemek istemiyorlar. İnsan türünün örnek yüz karaları ilk fırsatta nice Kubilay’ların başlarını kesmeye hazırlanmaktalar. Günümüzün İslam dünyası halen cennete gitmek isteyenlerin cehenneme çevirdiği bir dünyada yaşamaktadır. Ha, haçlı ordularının din adına Müslümanlara açtığı savaşlar; ha, haçlı ordularına hizmet edip sevap ve cennet bekleyen Müslümanların birbirleriyle yaptıkları savaşlar. Bunları çok iyi düşünmek gerek.

İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif, gönlü vatan sevgisi ve bağımsızlıkla dolu ulusal şairimizdir. Her zorluğu dik durarak göğüsleyen, konuştuklarının, yazdıklarının, düşündüklerinin her zaman arkasında durabilen bir onur anıtı olan Mehmet Akif; küçümsenerek “böyle bir şair var mı?” deniliyordu. Şimdi de diyenler var. Kim ne derse desin umurumuzda değil. Sıkıyorsa Mehmet Akif gibi çelik iradeyle, hiç eğrilmeyen özü ve sözüyle yaşayın, yazın da görelim! Döneklerin, korkakların, ne yazıp söylediklerini bilmeyen liboş eyyamcıların yaşadığı bir dünyada Mehmet Akif’i anlayabilmek çok zordur. Evet, Akif İslamcıdır. Evet, Akif dünya malına tapmamıştır. Evet, Akif büyük şairdir. Evet, Akif soyunun son örnekleri tükenmek üzeredir. Ama gözden kaçmayan bir durum var. Akif’i siyasal İslam’a bulaştırıp, siyasal şeriatçı yapmak isteyen tarihçiler gözümüzün içine bakaraktan yalan söylemekteler. Akif’in şapka giymemek için Mısır’a gittiği söylenir. Belki bu nedenle gitti, belki de başka nedenleri vardı; bu çok önemli değil. Çünkü Akif Türkiye’ye döner dönmez vatan toprağını öpmüş “İslamlıkta Türkiye’de, insanlık da…” diyerek hasret gidermişti. Köşe başı tarihçiler bu gerçekleri neden yazamazlar ki?