Sanat; en ilkel insanların kendilerini anlatmak, başkalarıyla anlaşmak, korku ve sevinçlerini dışa vurmak ve arınmak için ortaya çıkardıklarıyla başlamaktadır. Mağara duvarlarına çizilen basit ve simgesel resimlerle, korku ve sevinç karşısında bilinçli ya da bilinçsiz bağrışmalar sanatın temelini oluşturmuştur. Daha Sonrasında korkularını bastırmak için ilkel tapınmalar ve törenler sanatsal boyut kazanmaya başlamıştır. Müzik, resim, yontu, tiyatro, edebiyat gibi bilinen bütün sanatların temellerini bu ilkel insanlar attılar.
“Sanatın mahiyeti, nesnel ve öznel yöntemlere göre başka başkadır. 1) Nesnel görüşe göre; sanatla toplum arasında sıkı bir ilişki vardır… İşte bu karakter, toplumun sanatçı ruhuna yaptığı etkinin ürünüdür. (Sanatçı içinde yaşadığı ortamdan aldığı izlenimlerin bir aynası, bir odağıdır.) 2) Öznel görüşe göre; sanatın kendi dışında hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisindedir. Zira sanat, amaçsız bir amaçlılıktır. Bireycilik biraz daha ileriye gider. Sanatın etkinlikleriyle amaçları: Sanat bize hayatımızı oyunla unutturur. Sanat tutkuları arıtır. Sanat bir yetkinleştirme fonksiyonu olmak ve ülküselleştirmektir. Sanat bir arıtma fonksiyonudur.” – ( Cemil Sena- Estetik: Sanat ve Güzelliğin Felsefesi. Sayfa: 73- 74, Remzi Kitapevi.)
“Sanat; ne kurt dökme, ne de iğne deliğinden Hindistan’ı seyredebilmedir. Erdemli, yetenekli, yetkin sanatçı; birilerine dil dökmek, onları doğrultmak. Sevgilerine, bıkkınlıklarına, özlemlerine, öfkelerine, umutlarına olumlu ışıklar tutmak; yoksunluğunu yitirecek olgulara imrendirmek istiyorsa, o güzelim hızdaysa; kaleme sarıldığınca bu soylu bilincin buyruğundadır ille de! Bir çağrıdır, kalk borusudur onunkisi; kimlerin duyacağını, irkileceğini bilmese de!” – ( Emin Özdemir- Varlık dergisi. Mart- 1970)
“Sanat, içinde yaşadığımız dünyayı açıklar. Salt açıklamakla da yetinmez, yorum getirir ona. Bunu yaparken sürekli bir değişim içinde olan toplumun gelişmesine katkıda bulunur. Giderek her sanat yapıtı; şöyle ya da böyle devrimci bir öz taşır içinde. Ne ki sanatçının halktan kopması, devrimciliği hangi çizgide olursa olsun, onun yozlaşmasını doğuracak, soy yapıtlar vermesini önleyecektir.” – (Atilla Özkırımlı- Ulus gazetesi sanat sayfası- 1970)
Orhan Kemal’in sanat anlayışı daha nettir: “İnsanlığın insanlar tarafından insanlık için yönetilme çabası adına sanat.” Nurullah Ataç; “ Sanat ve edebiyat, insanı insana yakınlaştırır. Duygu ve düş dünyamızı genişletir, duyarsızlığımızı bilinçlendirir.”
Bütün bu örnek değerlendirmelerden çıkan sonuç: Sanat insanlar içindir. Şöyle ya da böyle sanatsız bir insan topluluğu düşünülemez. Sanat için sanat yapmak bireyselliği aşamamaktır ve toplum içinde bir üst kurum olarak kalır. Sanat insanlar içindir ilkesine göre; sanattan beklenilenlerin gerçekleşebilmesi için sanatın alt tabakadan insanlara yayılması gerekir. Sinema bir zamanlar en tabana kadar yayılmışsa da bu gün üst yapı kurumu olmuştur. Resim, yontu hatta edebiyat bile henüz üst yapı kurumu olmaktan kurtulamamıştır. Televizyon dizilerini sanat olarak değerlendirsek bile bunlar kalıcı olamazlar. Bir furya içinde gelip geçerek kısa zamanda unutulurlar.
Televizyon gibi büyülü bir teknoloji ve akıllı, görüntülü, internetli telefonlar varken Sanatı tabana yaymak çok daha zorlaşmıştır. Çağımızın insanları hızla sanattan uzaklaşıyorlar ve sanatsal duyarlılıklarını kaybediyorlar.